Patronsuz Medya

Eylül geçti üzerimizden

Ümran Davran - 27 Ekim 2004  


Sahura kalktığımızda gün de salıya dönmüştü. Salı; bir süre yaşamımızın en özel günü olacaktı.

Annem her zamanki gibi kahvaltı hazırlamıştı sahur için. Biz bi' şeyler atıştırmaya çalışırken annem plastik kavanozlara yiyecekler istifliyordu. Dün gece kardeşimin 'Abim severdi' dedikten sonra kimsenin boğazından lokmasının geçmediği ıspanaklı börek, yine 'kardeşim severdi' deyip Balık Pazarı'ndan bizzat aldığım midyenin kızartması, havuçlu kek, annemin tırtıklamayalım diye bizden gizli saklı hazırladığı yemekler, hepsi hepsi plastik kavanozlara hapsedilmişti; kardeşim gibi!

Her sabahki gibi kahvaltıdan sonra okullarımıza doğru yola çıkmıştık üç kardeş ama akşam eve geri dönen sadece iki kardeştik. Ahmet dönmemişti eve. Dönmeyeceğini, dönemeyeceğini öğlen saatlerinde biliyorduk zaten. Bir araba dolusu polisle birlikte eve getirilmiş, ev aranmış ve içi polis dolu araba uzun tam dört buçuk ay sürecek bir yolculuğa çıkartmıştı kardeşimi.

O gün 31 Mart'mış; sonradan öğrendik günün anlam ve önemini. Okulda boykot olduğu için kardeşim okulun yan sokağında dört arkadaşıyla birlikte lâflarken, okul müdürünün ihbarı sonucu okulu basan polis tarafından boykotu yapan öğrenciler kaçtığı ve polisin de eli boş dönmemesi gerektiği için gözaltına alınmıştı. Suçları çok ağırdı; 31 Mart'ta okula gelmek ve polis okulu bastığı esnada o civarda olmak.

Kardeşimle birlikte gözaltına alınan öğrencilerin birinin evinde babasının ruhsatsız silahının çıkması ve o öğrencinin sırf babası içeri alınmasın diye silahı üstlenmesi bu beş gencin 'devrim yapmak için silahlı örgüt kurmak' suçundan tutuklanmasına yeterliydi.

Tutuklandılar.

31 Mart 1980; hayatımın en soğuk günüydü. Dudaklarımda soğuktan mı üzüntüden mi olduğunu hâlâ bilmediğim sayısız uçuk oldu bir günde. Yine aynı gün annemin saçları beyaza durdu. Oysa daha sadece otuzsekiz yaşındaydı.

Elimde petrol yeşili kazağı ile tam ondört gün Gayrettepe'de sabahladım. Ondört gün sonra eve döndüğümde elimdeydi hâlâ petrol yeşili kazak.

Davutpaşa Askeri Cezaevi'ne konulmuşlardı. Ramazandı. Ziyaret günleri salıydı ve ilk kez görecektik kardeşimi o salı.

Yalan yanlış sahur ettikten sonra yola çıktık. Davutpaşa'ya vardık. İsimlerimizi kaydettirdik. Bizimle birlikte gelen teyzem ve dayımı kaydetmediler. Çünkü soyadları farklı olduğu için akraba olduklarına dair evrak getirmeleri gerekiyormuş.

Saat dokuzda içeri almaya başladılar. Kocaman bir kamyon geliyor ve isimleri okunanları alıp oğullarına götürüyordu. Sahurda gelmemize rağmen ancak üçüncü kamyona binebildik. Kimlik kontrolleri, yanımızda getirdiklerimizin teslimatı ve sonunda görüş!

Kardeşim; telin arkasında, saçları sıfır numara traşlanmış, pantolonunun sağ tarafı beline kadar sökük, gömleğinin önünde tek bir düğme bile yok, yüzünde kir mi yara mı olduğunu anlayamadığım kabuklar ve yemyeşil gözlerinin yerinde gri, mat bakışlar.

Ramazan
Sahur
Davutpaşa
31 mart
1980
annemin beyazlayan saçları
benim yaralı bereli ağzım-ki hâlâ durur yara izleri-
'kimbilir ne halt yemiştir, durduk yerde alır mı polis' diyen eniştem
en soğuk nisan

Dört buçuk ay sorgusuz sualsiz yattıktan sonra ilk mahkemede tahliye oldu kardeşim. Ağustos sonuydu.

Zaten onbeş gün sonra da eylül geçti üzerimizden.

Yorumlar

Üzerinden 12 Eylül geçen bir Eylül hikâyesi de ben anlatayım. Bu olay aynıyla vaki. Hikayede bahsettiğim ve 12 medresesinden koğuş arkadaşım olan kişi cunta öncesi "Havana Duruşması" gibi çok izlenen bazı oyunlarda önemli roller alan o zamanların ünlü bir tiyatrocusu. Bugün bile kendisini bazı filmlerde yan rollerde gördüğüm oluyor.

Bu arkadaş Cunta'nın ilk günlerinde bir gün bir kahvehanede bir fıkra anlatır ve o fıkra yüzünden bakın başına neler geldi. Fıkra şöyle: Bir gün bir kovboy barın kapısına tekmeyi basıp içeri girer ve "heeyytt ulan, benim adım Ringo" der. Barda oturanlaran birisi "ne olmuş yani, benim adım da Ringo" der. Bar'a giren kovboy "peki, o zaman senin adın Mustafa Ringo olsun" der. Kahvehanede bulunan ve yüreği vatan, millet, memleket aşkıyla çarpan saygın bir muhbir vatandaş bu arkadaşı sıkıyönetim komutanlığına ispiyonlar.

Sonrası, Donanma Komutanlığı Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde "Atatürk'e hakaret" suçlamasıyla yargılanmak ve 18 ay ceza.

Kâmuran Kızlak - 12 Ocak 2010 (23:59)

diYorum

 

68
Derkenar'da     Google'da   ARA