Patronsuz Medya

Bor madeni, kurtuluş mu?

Tahir Öngür - 18 Mart 2004  


Bor, hep kurtuluş umudumuz, büyük doğal zenginliğimiz olarak gündemde. Ülkemizde son birkaç onyıldır kamulaştırılmış ve yeniden özelleştirilmemiş(!) biricik alan.

Küreselleşme ve liberalleşme rüzgârlarından da yıkılmamış (gibi görünen) tek kale. Pek çok liberalin bile, kamu eli ile çıkarılıp pazarlanmasını savunuyor olmasıyla dikkati çeken sektörümüz, Bor endüstrisi.

Şimdi kimimiz Borç sarmalından çıkış için bir umut, kimimiz de sınırlı da olsa bir dış kaynak getirici olarak bu sektörü geliştirmeyi umuyoruz. Bu yolda bir de "Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitü" sü kuruldu, kısa bir süre önce.

Bor'un pazarı

Bir yer altı kaynağı, ulusal zenginlik olarak Bor'u anlayabilmek için bazı yalın gerçeklere bakmakta yarar var:

Dünyanın en büyük Bor tuzu yatakları ülkemizde (yeterli bilgisi derlenip rezerv niteliği kazandırılmış olan yataklarla bile dünyanın bilinen rezervlerinin yaklaşık 2/3'si);

Dünya tüketiminin %75'ini bizim Eti Bor (Eti Holding) ve Rio Tinto'nun ABD'de kurulu Borax Ltd'i karşılıyor;

Ülkemizdeki yataklar dünyanın gereksinimini bugünkü tüketim hızı ile 400 yıldan uzun bir süre karşılayabilecek düzeyde;

Borax ise ancak 80 yıllık rezerve sahip (dünyada Bor fiyatları makul bir düzeye düşecek olursa, bu 12 yıla inecek);

Ülkemizdeki yataklar hemen bütün ekonomik Bor tuzu mineralleri açısından zengin, yataklar sığda ve açık ocak işletmesine elverişli, ulaşımı kolay yerlerde;

Dünya pazarının büyük bölümüne taşıma kolaylığı da ülkemizden yana;

G. Amerika'daki rakip yataklar küçük, 4000 m'lerden yüksekte, zor ulaşılabilir yerlerde, yılın uzun bir döneminde olumsuz iklim koşullarından ötürü çalıştırılamıyor;

Borax'ın yatağı ise açık işletme ile işleniyor, ama ocak derinliği 750 m'ye ulaşmış, sayısız güçlüklerle boğuşuyorlar.

Borax faktörü

Bu koşullarda Bor tuzları açısından önü açık olan tek ülke Türkiye; en büyük kaynakların sahibi ve hemen hemen tek rakibi ise RT (Rio Tinto), Borax Ltd.

Borax'ın ABD, Kaliforniya'daki yatağı Boron'da 750 m derinliğe ulaşılmış. Yatak dalımlı olduğu için bu derinleşme sürecek. 1 ton Bor tuzu çıkarmak için 363 ton kaya kazılıyor. Yol, %5 eğimli olsa ocak içinde 10 mil yol gidilip, ocak dışına çıkarılabiliyor bu kazılan gereç. Çöldeki ocaktan çıkarılan 1 ton Bor tuzunun rafinesi için 600 galon su kullanılmak zorunda. Bu konuda da güçlükler yaşıyor Borax. Bunu biraz azalttığı için sürdürülebilir kalkınmaya katkıda bulunduğu savında. Ocak işletmesini biraz daha optimize etmek düşüncesi ile kazı şevlerini dikleştirdiklerinde ocağın kuzey aynasında büyük bir heyelan olmuş ve ocağa 32 milyon ton gereç dolmuş. Bunun da kazılıp taşınması gerekli. Ayrıca döküm alanında da sorunları var.

Borax ve RT bu nedenle dünya çapında bir program ile maliyetlerini %24 kadar düşürmeyi hedeflemiş. Ocak kapatılacağında ortaya çıkacak iyileştirme mal oluşu da korkutucu. RT Başkanı Sir Robert Wilson yalnızca ABD'ndeki maden işletmelerinin kapanış mal oluşlarının 35 milyar dolar tutacağını, bunu şirketlerin bütünü ile karşılayamayacağını söylüyor.

Bu koşullar Borax'ı kısa erimli, tükenene kadar fazla yatırım yapmadan ne kazanabilir ise kazanmayı hedefleyen bir stratejiye götürmüş. Bunun en önemli aracı satış fiyatlarını yüksek tutmak olarak ortaya çıkıyor. Rezervinin kalanını en yüksek kâr marjı ile tüketmek en ussal yaklaşım. Bu arada, pazarın yüksek fiyatlarla zorlanmasından ötürü kullanım alanlarında Bor türevlerinin yerine başka maddelerin geçmesi, ikame sakıncası Borax'ı fazla düşündürmüyor. Onun politikası kısa erimli.

Borax bu nedenlerle olsa gerek pazara 15 yıldır yeni bir ürün sunmamış.

Pazardaki yerimiz ne?

Türkiye'nin ise, Bor'un pazar payını ikame ürünlerine kaptırmadan çok uzun süre satabilmesi gerekli. Bu konuda hassas olmak zorunda, çünkü dünyada rafine Bor ürünleri için yeni yatırımlar yapan tek ülke. Hem rezervleri ve hem kaynak türleri açısından en zengin ülke olan ve rafine Bor ürünleri için teknoloji geliştirip önemli yatırımlar yapan bir ülke olarak Türkiye'nin çıkarı, dünya Bor pazarının duraylılığı ve sürekliliğinin korunmasında. Bu konumu nedeni ile, Türkiye'nin, dünya Bor pazarının Borax'ın güdümünden çıkarılması için bir şeyler yapması gerekli.

Ülkemiz Bor tuzu yataklarının kamu eli ile işletme kararının alınmasından bu yana daha önce 30 USD dolayında olan satış fiyatının 200 USD'nın üzerine çıkarılmasından önemli yarar görmüş. Bugün ham Bor satış fiyatı, mal oluş fiyatının 5-6 katı. Rafine Bor'da ise mal oluşu dolayında bir fiyatla satış yapılıyor. Borik asit fiyatları 1998'de 454 USD/ton'dan 2001'de 355 USD/ton'a düşmüş.

Dünya pazarında Türkiye'yi ham Bor satması için özendirmeye yönelik bir baskı olduğu açık. Dünya ham Bor pazarının %82'sinin EtiBor tarafından doldurulmakta olması, rafine Bor pazarındaki payımızın ise %16'da kalması, bu baskının etkili olduğunu gösteriyor. Üstelik rafine Bor tesisleri kapasitelerinin altında çalışıyor. Bu oyundan çıkılmak istenişi ve rafine Bor ürünlerine ağırlık veren yatırımların sürdürülmesi olumlu. Ancak, hiç de yeterli değil.

Çünkü, Bor ürünlerinin uzun erimde ikamesi sakıncası gündemde. Bor'un bugünkü tüketiminin %19'unu kapsayan deterjan sanayinde perboratlar yerine daha ucuz ve çevre açısından yeğlenen perkarbonatlara geçiliyor. Trona bazlı deterjanlar pazara girmiş durumda. Bor'un %11'inin tüketildiği seramik sektöründe fosfat gibi başka cam yapıcı bileşenler kullanılmaya başlandı. Tüketimin %31'inin yapıldığı fiberglas sanayinde ise Bor'un yerini uzun zincirli karbon bileşikleri ya da plastikler alabilecek.

Bor bizi kurtaracak mı?

Ülkemizin çıkarı, dünyada Bor tüketiminin azalması değil, artmasında. Taşıtlarda hidrojen taşıyıcı olarak Bor'un kullanılması ise sanıldığı ve öyle düşündürülmeye çalışıldığı gibi, tüketimde önemli bir artış getirmeyecek; çünkü, Bor burada aracı, hidrojen taşıyıcısı ve aynı Bor yeniden ve yeniden kullanılacak. Bor tüketimi büyük ölçüde artmayacak; ama, bu teknoloji geliştiren ve satana büyük getiriler sağlayacak.

Bor'a stratejik bir önem yükleyen zırhlarda ya da roketlerde kullanımının tüketimdeki payının küçük kalacağı da açık. Bu koşullarda bile dünya Bor tuzu ve rafine Bor pazarı pek büyük değil; bunun yıllık tutarı 1,2 milyar USD ve ülkemizin bundan aldığı pay ise bütün çabalara karşın 200 milyon USD'nın biraz üzerinde.

Yapılan yatırımlarla bu payımızın 310 milyon USD'na çıkacağını sanıyor ve seviniyoruz. Ancak, yeni pazarlara girmekte çekingen ve bazen de, rakiplerimizin dümen suyunda davranıyoruz. Kimi rakiplerimiz bizden aldıkları hammaddeyi kendi ürünleri imiş gibi pazara sürüyor (örneğin, en büyük alıcımız olan Dow Corning'in alt kuruluşu ABC'nin girişimleri ile büyük bir Pazar olan ABD'nde Bor pazarlamak için kuruduğumuz Etimine USA'yı kapatmaya girişti son Eti yönetimi).

Bunca zenginlik ve bunca çabaya karşı ülkemizin kazancı önemsenecek gibi değil. Borax Ltd'ni yok etsek ve bütün dünya pazarını ele geçirsek bile açıkçası Bor ile kurtulama(!)yacağız. Ya hele bunca yatırım ve çabadan sonra Bor türevleri pazarı gerçekçi fiyatlara inecek şekilde rasyonalleşirse. Bu kadarcık kazancımız bile azalmaya aday.

Biz ise Brüksel'de kurulu EBA'nın, Avrupa Borat Birliği'nin aralarına küçük üreticileri almayan üç üyesinden biri olarak Etimine eli ile, her yıl Borax ve Lardarello ile birlikte fiyatları belirliyor ve onların biraz daha yaşaması ve son dönemlerini kârlı geçirmeleri için alternatif maddelerle yarışamayacak ve Bor'un yerini ikame ürünlerinin almasına neden olacak politikalara katılıyoruz. Rio Tinto işbirlikçiliği yaparak kendi geleceğimizi karartıyoruz.

Malımız elimizde kalabilir

Yarın, Borax pazardan çekilirken fiyatlar hızla düşünce biz de baş aşağı gidecek ve belki de artık işe yaramaz olmuş hammadde zenginliklerimizle baş başa kalacağız. Oysa, dünya ekonomisinin birkaç trilyon dolarlık endüstriyel üretiminde Bor ürünleri de kullanıldığı ve bu alanda Bor uç ürünlerinin yaklaşık 50-60 milyar dolarlık bir yerinin olduğu açıklamaları, Bor'dan bir şey kazanılacak ise, bunun teknoloji geliştirerek Bor kullanan endüstrilere yatırım yaparak olabileceğini gösteriyor. İşte bundan ötürü Bor uç ürünleri ile ilgili teknoloji geliştirme; bunun için de bilimsel araştırma yapmak yaşamsal önem taşıyor.

Kısacası, Bor konusunda ülkemizin kaynak ya da çıkarma, jeoloji ya da madencilik konularında dar boğazı yok. Bor ön ürünleri konusunda teknoloji ve yatırım konusunda da önemli bir yol gidilmiş, belli ki. Ama yine belli ki, dünya Bor pazarına çıkarken en büyük rakibimizin güdümünde kalmışız. Onun koyduğu kurallara uymuşuz. Sözde kamu kuruluşumuz, açık açık Borax'ın, Rio Tinto'nun işbirlikçisi gibi davranmış. Bor pazarı RT'nun istediği gibi şekillenmiş. Biz de iki yüz milyon dolarla oyalanmışız. Pazarda Borax'ı yıkacak olanaklarımız var iken, bunu kullanmamışız. Rafine üründe geri kalmışız. Uç ürünlerde yokuz. Ne kamu ve ne de özel kesimimiz bu konuda hemen hiç bir şey yapmamış.

Üniversitelerimizde bu konuda yaklaşık 20-25 yıldır çeşitli araştırmalar sürdürülüyor. Bunlar dağınık ve destek görmeden yapıldığı için çok sonuç alıcı ve teknolojiye dönüşücü ilerleyemedi. Ancak, zengin bir uzman ve araştırıcı bilim insanı kadrosunun yetiştiği açık. Etibank ve sonra Et Holding içinde de daha önce bir araştırma merkezi kurulmuş; sonradan güçsüzleştirilmiş olduğu da biliniyor.

Yeni kanun ne işe yarayacak?

Şimdi, yeni hükümet "Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kanunu" nu çıkardı ve bu boşluğu doldurma savında. Kapsamı ancak TBMM'ne gönderildiğinde öğrenilebilen; ne sivil toplum örgütlerinin, ne üniversitelerin ve ne de üniversitelerin görüşü alınmadan, belli ki Eti Holding'de hazırlanan tasarı komisyonlarda hemen ve hızla görüşülerek bir telaş ile yasalaştırıldı. Eleştirildiğinde de, söylenenlerin içeriğine pek kulak asılmadan, eleştiriler ideolojik olmakla suçlanarak bir acele ile iş bitirildi.

Bu kurum bir "Araştırma Enstitüsü" değil yeni bir "Genel Müdürlük" niteliğinde. Gerçekten de amaç nasıl tanımlanırsa tanımlansın kuruluş yasasında getirilen kurallarla, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından şekillendirilen bir bürokratik yapı, bürokrat ağırlıklı bir yönetim ve bilimsel araştırmanın gerektirdiği hiç bir hususta hazırlığı olmayan bir kurallar dizisi oluşturuldu.

Enstitü(!)'nün yönetimi bir Yönetim Kurulu ve Başkan'ı var. Başkan'ı ve Yönetim Kurulu'nun 7 üyesini Başbakan atadı. Üyeler, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın gösterdiği 3, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın gösterdiği 1, TÜBİTAK'ın (kendisinin değil) bağlı olduğu Bakanlığın gösterdiği 1, TOBB'nin gösterdiği 1 ve üniversite öğretim üyelerinden (kimin göstereceği belirtilmemiş) 1 üyeden oluşuyor. Buna son anda bir TMMOB temsilcisi de eklendi.

ETKB'nın bağlı kuruluşlarını düşünülünce, daha çok doğal kaynakların aranması ve çıkarılmasına yönelik hizmetlerin örgütlenmeye dayanıldığı açık. Oysa, Bor kaynaklarımızla değil bu kaynaklar çıkarıldıktan sonra uç ürünlerin üretilmeyişi ile ilgili sorunlar yaşadığımıza göre, Enstitü'den teknoloji geliştirme işlevini yüklenmesi beklendiğinde yönetimin maden çıkarma değil, sanayi ve teknoloji geliştirme ağırlıklı bir anlayışla bilimsel araştırmaları yönlendirmesini beklemek gerekli.

Oluşturulan yapının bürokratik oluşu bir yana, bürokrasinin bileşiminin de bu beklentiye uygun olmadığı açık. EtiBor'un ETKB bağlı kuruluşu olduğu gerçeği de bunu değiştirmiyor. Çünkü, bu kurum, bu kamu kaynaklarının ulusal çıkarlar doğrultusunda çıkarılması, işlenmesi ve pazarlanmasında onyıllardır zaman harcamış, en büyük rakibimiz olan bir çokuluslu şirketin güdümünde kalmış ve ülkemizi şimdi bir Enstitü kurma gereksinimi duyacağı şekilde gelişmemiş bir noktada tutmuş değil mi?

Yaygın kanı, EtiBor ve onun pazarlama kuruluşunun uluslar arası tekellerin çıkarları doğrultusunda yerli özel kesimi bile dışlayacak bir yol izlediği doğrultusunda iken, bu son çare de aynı anlayış ve kadroya teslim edildi.

Üstelik, ortaya çıkan çoğunluğu bürokratlardan, 2 ayda bir toplanıp, kendi maaşlarını kendileri belirleyip, bir kere göreve geldiğinde tam 5 yıl bu görevden alınamadan, Enstitü dışarıya ücretli iş yaptığında elde edilen gelirin nasıl paylaşılacağına bile kendileri karar vererek çalışacak bir Yönetim Kurulu. Üyelerinde, seçilirken kamu kurumlarında ya da özel kesimde en az on yıl deneyimli olmak koşulu aranıyor, ama üniversitelerden ya da dışından bu konuda bilimsel araştırma yapmış olma koşulu aranmıyor. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre memur olabilecek vasıf aranıyor; ama bilimsel bilgi üretebilme, birikim, beceri ve deneyimi aranmıyor.

Yönetim Kurulu yerine bir Bilimsel Danışma Kurulu düşünülmemiş. Çok sayıda üniversiteden çok sayıda farklı disiplinden onlarca, belki de yüzün çok üzerinde bilim insanı bu alanda bunca yıldır hiç bir destek görmeden araştırmalar yapagelirken, bundan sonraki araştırma stratejilerini, araştırma programlarını ve projelerini belirlemek ve seçmek hakkı böyle bir YK'na bırakıldı.

Bir tane bürokratik arpalık daha

Yönetim yapısı böyle olunca, neden Ankara'da kurulmak istendiği pek şaşırtıcı değil. 13 uzman, 2 laborant, 2 tekniker, 1 savunma uzmanı(?), 2 sekreter…

Bor uç ürünlerinin teknolojisinin bizden esirgendiği ve esirgeneceği bu kadar açık iken, hangi yoldan olursa olsun teknoloji transferi, gerektiğinde endüstri casusluğu bu cılız kadro ile mi gerçekleştirilecek?

2 sekreter ile mi "dökümantasyon, enformasyon sistemleri, bilgi bankaları, kütüphane ve arşiv gibi bilimsel destek hizmetleri" sağlanacak, "ulusal ve uluslar arası kuruluşlarla bu konuda işbirliği" yapılacak?

Hayır. Bu tasarıya göre kurulan yapı, bir Araştırma Enstitüsü değil, küçük ve ayrıcalıklı bir Genel Müdürlük olacak. Ayrılan kaynak, yılda şimdilik 2 milyon dolara yakın, gelecekte de en çok 3 ya da 3 buçuk milyon dolar kadar olacağı anlaşılan kaynakla gereken araştırmaları yapıp eksikliği yaşanan teknolojilerin geliştirilebileceği bir laboratuar sisteminin kurulamayacağı açık. Bununla ancak yeni ve ayrıcalıklı bir yemlik kurulabilir. Bu konularda aykırı görüşleri olanları susturmaya, uysalları ödüllendirmeye, kurulu düzeni sürdürmeye yönelik kullanılabilir, bu kaynaklar.

Ülkemizin Bor ve özellikle de Bor ürünleri pazarındaki yeri daha iyi değil daha kötü bir konuma itilecek. "Dostlar (RT), bizi alış verişte gör" ecek.

Rio Tinto'nun bu gelişmeleri yakından ve ilgi ile izlediği kuşkusuz. Çünkü, sayısız girişimine karşı ülke içinde Bor'daki kamu tekelini henüz kıramayan Rio Tinto, birçok kullanım alanında Bor'un yerine geçebilecek olan ve yine dünyadaki en zengin yataklarına sahip olduğumuz Trona-Soda Külü yataklarımızda egemenliği ele geçirdi bile. Beypazarı Trona işletme yatırımına Eti Holding'in yanında ortak ettiğimiz Park Holding, bu kez RT ile birlikte Ankara-Kazan'daki bir trona yatağını işletmeye almak üzere.

Böylece bir yandan, Trona pazarında Eti Holding denetim altına alınmış olacak ve bir yandan da dünya Bor pazarında ülkemizi sürekli baskı altında tutarak uysallaştırmak olanağını buluyor RT ve onun temsilcileri. Sonunda, pek çoğumuz "devlet elinde kaldıkça Bor'larımızdan hiç bir yarar sağlayamayacağız" a, çok daha kolay inandırılabilecek.

* * *

Künye - * Tahir Öngür (Jeoloji Y. Mühendisi)

Yorumlar

Merhaba tahir Bey ben üniversite filân okumadım yalnız madenlen ilgileniyorum mardinliyim aslen doğal taş işylen uğraşıyourm mardinde çok rastladım bor madeniylen şırnaktada uğraştım ne yazıkki presödürler hep önümü tıkadı o yüzden yurt dışında çalışmalarıma devam ettim en son kuzey ıraktayım yalnız bilsemki yeni çıkan kanunlarlan Türkiyede ilerleme kaydedeceksem bor madeni konusunda güneydoğuda girişimde bulunacam umarım yardımcı olursunuz saygılarımla…

Bedrettin Kurtay - 10 Kasım 2011 (21:44)

diYorum

 

Tahir Öngür neler yazdı?

65
Derkenar'da     Google'da   ARA