Patronsuz Medya

Bir Ankara güzellemesi

Sinem Hürmeydan - 14 Mart 2014  


Ankara gri bir şehirdir; rengini, akla karanın birbirine girdiği siyasetin tonundan mı almıştır bilinmez ama kışın ortasında en azından içini açacak kar beyazına hasret, üstelik hava böyle kapalı olup da şehrin renginden bulutlar üstüne üstüne yağarken, daha bir basar insanı bu toplama grilik…

Tepemde yanan çiğ beyaz floresana inat, masamın üstüne kondurduğum yeşil şapkalı, gün ışığı rengindeki ampulüyle ortamı ısıtan çalışma lambam dışında; önüm, arkam, sağım, solum gri…

İstanbul öyle mi ya? Bir yüzü denizin maviliğine bakar, hani bakmasa bile bilirsin, deniz hemen oracıktadır. Bu yüzden çok kıskanırım İstanbul'u, İstanbulluları. Nasıl kıskanmayayım? Her köşesinden ilham akar bir kere, uğruna kaç şiir yazılmış, kaç beste yapılmıştır? Boğaz'ından Kanlıca'sına, Heybeli'sinden, Yedi Tepesi'ne, Hisar'ına, Kalamış'ına, o da olmadı arsız çığlıklarıyla balıkçı teknelerinin üstünde volta atan martılarına kadar her şeyi konu olmuştur şarkılara. Hiç aklında yokken sanatçı olası gelir insanın İstanbul'da, taşı toprağı ondan altındır İstanbul'un, insan sarrafıdır, kimin cevheri varsa çıkarır da içinden mahir bir usta gibi ince ince işler.

Ah be Ankara, senin uğruna yapılan şarkıların sayısı bir elin parmaklarını geçmez zannımca. Oturup şöyle ağdalı bir Ankara hikâyesi yazmak istesem neresinden tutacağımı bilemem mesela. Sokaklarının, semtlerinin isimleri bile şiirsel bir tını taşır İstanbul'un; hiçbir çaba sarf etmeden, üzerine bir pantolon, bir bluz geçirip saçlarını tepesinde alelade toplayıp çok güzel olabilen kadınlar gibidir o zira.

* * *

Okulu bitirdiğim yaz, İstanbul'da bir şirketin mülakatına davet edilmiştim. Şirket yöneticileri yan yana oturmuş, her biri de sözleşmiş gibi aynı biçimde bacak bacak üstüne atmış, yüzlerine yerleştirdikleri eğreti gülümsemeleriyle mütevazı görünmeye çalışıyor; bir yandan da dikkatli bakışlarla beni süzüyorlardı.

- "Heyecanlı mısın" diye sordu mülakatı yapacak olan kadın. Gülümsedim ve "hayır" dedim.

Bir anda gülümseyen yüzlerin bozulduğunu hissettim. Sanırım benden beklenen cevap bu değildi.

Ne yapsaydım, yalan mı söyleseydim yani? Heyecanlı değildim. Ama olsun, durumu kurtarmalıydım. İşe alınmaya hevesli yeni yetmelerin, karşılarında terlemelerine alışmış kodaman ağabey ve ablalarım biraz pohpohlanmayı hak ediyordu tabii.

Lafı çevirdim: "Heyecanlıyım ama huzursuz değilim." (Ne demekse?)

Kadın elindeki mülakat sorularından birkaç tane sorduktan sonra nihayet son soruyu yöneltti:

- "Küçük denizde büyük balık mı olmak istersin, büyük denizde küçük balık mı?"

Buyurun buradan yakın, diye söylendim içimden.

- "Deniz temiz olduktan sonra fark etmez," dedim.

Aynı memnuniyetsiz ifade belli belirsiz yalayıp geçti karşımdaki yüzleri. İşe kabul edilmem halinde, beni Ankara ofisinde mi, İstanbul merkezde mi istihdam edeceklerine karar vermelerinde yardımcı olması için bu soruyu sormuşlardı.

* * *

İstanbul'da çalışmam için teklif aldığımda hemen kabul ederim zannettiğim halde cevap vermem uzun sürdü. Hayranı olduğum Şehr-i İstanbul'da yaşamaya başlamak belki de hayatımda bir dönüm noktası olacaktı. Kim bilir yapacağım o seçim binlerce farklı olasılıktan birinin gerçekleşmesi için Tanrının elime tutuşturduğu kaderi yazan kalemlerden biriydi. Ancak bir süre düşündükten sonra bu teklifi reddettim. Ankara'ya kıyamadım…

Evet, göz alabildiğine uzanan mavilikten nasipsiz bozkırın ortasında hayli gösterişsiz ve sıradan denilebilecek kadar olağan bir şehirdir Ankara. Hani başkent olmak gibi bir özelliği olmasa, taşra kentlerinden farksız olduğu bile söylenebilir. Gel gör ki, burası benim şehrimdir. Benim olduğu kadar burayı yuva bilen herkesin ruhundan bir parça kattığı renkle çözülür grileri.

Boğaz yoktur burada ama çocukluğumda yüzüm gözüm toza bulanıncaya kadar arkadaşlarımla oynadığım Yeşil Vadi, Seğmenler Parkı; şimdi kızımla her hafta gidip kuğulara simit attığımız, hiç olmazsa etrafında turladığımız Kuğulu Park vardır. Nişantaşı veya İstiklal caddesinde yürümek gibi değilse de ve hatta bir ucundan bir ucuna bir çırpıda yürümek mümkün olsa da, salına salına gezerken eski günlerin esintisiyle içime anlamsız bir mutluluk veren Tunalı, Tunus caddesi, ailece yollarını arşınladığımız Filistin caddesi vardır. Hayatımın en keyifli günlerini geçirdiğim, yıllar sonra kocamla karşılaşmamı sağlayan ve hayat karşısında kazandırdığı duruşla her geçen gün mezunu olmaktan daha bir gurur duyduğum ODTÜ buradadır sonra, Ankara'da…

Bakmayın şimdilerde alt ve üst geçitlerden, adım başı karşınıza dikilen alışveriş merkezlerinden, sitelerden müteşekkil bir şehir olduğuna, İstanbul'unki gibi değil belki ama Ankara'nın da bir ruhu var. Bozkırın ortasında, çanak biçiminde bir coğrafyada yükselen bu sessiz şehir kibirden uzak, bilge olup bildiklerini avaz avaz bağırmayan, vakur ve orta yaşlı bir insan gibidir. Yaşlandıkça güzelleşir, olgunlaştıkça tatlanır. İşte bu yüzden, bir de bu çağımda tadına bakıyorum şehrimin; beşiğinde sallandığım, bilmediklerimi öğrendiğim, yavruma yuva yaptığım şehrimin…

Yorumlar

Ankarayı ankara yapan anılar. O anılar ki siz ne kadar unutmaya çalışsanız da mutlaka mekanlarda karşınıza çıkıyor. Bir Ankaralı olarak Ankaranın ruhunun anılar olduğunu düşünüyorum.

Buket Özdemir - 20 Haziran 2014 (17:26)

diYorum

 

Sinem Hürmeydan neler yazdı?

64
Derkenar'da     Google'da   ARA