Patronsuz Medya

Namaste!

Orkun Atila - 22 Şubat 2007  


Sahi ya nerede bu Atman? Yol, yolcu ve yolculuk.

Soru: yol hikâyelerini niye severiz?

Cevap: Çünkü yol hikâyesinde yolculuk, çift yönlüdür; dikey ve içbükey.

Dikey yolculuk başlıkları:

Nasıl gidilir?
Neyle gidilir?
Ne yenir?
Ne zaman gidilir?
vs.

İçbükey Yolculuk başlıkları:

Ne işim vardı buralarda?
Ben kimim ve nereye gidiyorum?
Kendimi niye getirdim buralara?
Doğru bildiğim konuda bu kadar ısrarcı olmanın anlamı ne?
Kadınlar. Ne isterler benden, ben ne isterim onlardan?
Gerçekten aradığım kadını bulabilecek miyim? Onu bulursam beğenecek miyim?
Memleketim. Memleketimden yalaka ve satılmışlar manzarası. Ben de satsa mıydım kendimi ötekiler gibi? Kaç türlü satılık insan vardır? Satılık ve yalaka olmanın bir sınırı var mıdır?

Kulak tozunda Jack Kerouac'ın nasihatları, geri planda rock müzik ve ayağında pek de rahat olmayan ayakkabıları, su ısıtıcı dalgametresi, çelişkileri, egosu, alteregosu, kompleksleri, mizah gücü ile baştan aşağı çıplak bir seyyahı okumanın adıdır Nereye? Necdet Şen'in İstanbul Laleli'den (böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden / en uzun boynun bu senin / dayanmaya ya da ümidi kesmemeye) bindiği otobüsle İran üzerinden Pakistan, Hindistan ve Nepal yolculuğunun ve bu yolculuk boyunca" kendini takip eden kendisinin" seslenişi, itirazları ve daha da olmadı kalayı basışının arsızca kitaplaştırıldığı bir aynadır Nereye? Şöyle izah edeyim:

"Piyasa ekonomisinin şişirilmiş balonuna tutunacaksın da ne olacak? Bir tüketim nesnesi olarak senin isyankâr çocuk ruhun kaç para eder dersin? Tekerleğe çomak sokan sorularını ambalajlayıp satabilir misin?

Kamplumbağalarla yarışmaya tenezzül etmediği için sonuncu olan kibirli tavşan; sevsinler senin çıkık ön dişlerini!" (s.102)

Sunay Akın'a niçin mesafeli durup fakat saygıda da kusur etmeyiz: Her daim didaktik olduğu için itici bulur, fakat sürekli Mars Polar Lander modunda gezip tüm yeni şeyler keşfettiği için de takdir ederiz. (Ben ve reayam!)

Necdet Şen'i okurken ise tam tersi bir izlenim edinirsiniz. Basit ve sade gibi duran cümlelerinin ardında sivri dilli bir satirist olduğunu hissedersiniz. Öğretmek değildir onun amacı sanki, öğrenmeye giden yolda küçük kıvılcımlar çakmak işin gerisini size bırakıyor.

"Bir şeye duydunuz diye, atalarınız inanmış diye, ben söyledim diye inanmayın. Kendi kendinize denediğiniz ve doğru bulduğunuz şeylere inanın." (s.154)

İnsan ve kedi sevgisi ile dolu gazeteci ve çizgi romancı Necdet Şen sürekli kandırılmaya, kazıklanmaya çalışıldığını düşünerek yer yer kendisiyle ve etrafıyla hırlaşıp durur. Canı sıkkınken asla cümlelerinin hedefi olmak istemezsiniz:

"Doğal olan da bu zaten; nerede görülmüş zenginlerin baldırı çıplaklarla ahbaplık ettiği? Pembe dizi mi bu? Yoksul, zenginin zebanisi değil midir? Gereksindiği güvenliği parada bulmuş kişinin kâbuslarındaki öcü, korkularının somutlaştığı cehennem tasviri değil midir yoksulluk ve yoksullar? Hayat bu, herkes korkar; yalnızca nesneleri değişir korkularımızın?" (s.35)

Ama bir de neşesi yerinde ise görün siz şamatayı:

"… Ben de kalktım, bana el sallayanların olduğu tarafa gittim. Aman ne göreyim, dört tane huri. İki de rişkov şoförü. Fıstıklardan birini dün sokakta gördüğümü hatırlıyorumç Neydi o televizyon dizisinin adı, hani çok kötü huylu bir esmerle melek gibi bir sarışın var, o sarışının ikizi sanki. Acaba o muydu yukarıdan el sallayan?

Kös kös geri döndük hep birlikte. Rikşovculardan biri bir güzellik yapıp "hadi sen de atla" dedi, bisikletime kadar götürdü. Bana kalsa yürümeyi tercih ederdim, ama arkada o sarışın oturuyordu, hayır diyemedim. Rikşov hareket edince en feleğin çemberinden geçmiş halime şöyle yarım bir dönüş yapıp, "vats goin on görls?" (keyifler gıcır mı?) dedim, "ooo yee!" (yuvarlanıp gidiyoruz) dediler.

Bisikleti zulaladığım yerde inerken "baay" dedim, "mmm" dediler. Rikşov uzaklaştı gitti.

Ben de az çapkın değilim birader.

Bisikletime atladığım gibi uçarak Şilpi bira barına gittim. Sahanda yumurta french fries ve sert bira söyledim; çünkü ben bir Türk'tüm ve acıkmıştım…" (s.206-207)

Bu kitaptan daha birçok şey alıntılamak istiyorum, hatta tüm sevdiklerime birer tane alıp dağıtmak istiyorum, kesmiyor… Okuduklarından emin olmak için" okuduğunuzu anladınız mı?" sınavı yapmak istiyorum. (bknz: öğreten adam, sunay akın, kitap faşizmi…)

"…Tepeleri karlarla kaplı Himalayalar'ın bu kadar yakınında (ne yakınında, resmen yamacında) oturmak, tanrının huzurunda olmak gibi bir duygu uyandırıyor. Şimdi de kuyruğu kapıya sıkışmış bir mart kedisi gibi cırıldayan ihtiyar Robert Zimmerman'ın eski bir türküsünü mırıldanıyorum usulca dağlara bakarak:"

"Knock Knock Knockin' On Heaven's Door."

"Atman, Himalayalar'da olabilir mi? (s.130)"

diYorum

 

92
Derkenar'da     Google'da   ARA