Patronsuz Medya

İslâmcılığın Üç Kolu

Oral Çalışlar / Tolga Çelik - Ekim 2006

Künye - İslâmcılığın Üç Kolu, Oral Çalışlar / Tolga Çelik, Güncel Yayıncılık, 1. Basım, Ekim 2006  


Osmanlı'nın gerileme döneminden itibaren Türkiye hep çalkantılar içinde oldu.

Siyasi çekişmeler, entrikalar, ikbal kavgaları, ülkenin geleceğini yapılandırmasıyla ilgili tartışmalar; patlak veren savaşlar, o cepheden bu cepheye koşturan ordu; yenilgiler, toprak kayıpları, kapitülasyonlar, azınlıkların ekonomik güç haline gelişi; yabancı okulların ve sermayenin ülkemiz ekonomisine etkisi gibi faktörlerden, son dönem imparatorluğu başını kaldıramıyordu.

(Sayfa 17)

Said Nursî

Cumhuriyetin ilk yıllarında ve ilk meclis açıldığında, Atatürk ve arkadaşlarıyla, hocalar yan yanaydı. Dönemin cevval alimi Said Nursî, gençliğinden beri dikkat çeken bir yapıya sahipti. Kimseye soru sormaz ama her soruya cevap verirdi. İslâm dünyasının tanınmış alimleri onunla yaptıkları tartışmalarda, onun üstünlüğünü kabul ediyorlar, onun gerçekten de Bediüzzaman 'zamanın alimi' olduğunu söylüyorlardı.

Bir dönem İttihatçıları destekleyen, Sultan Abdülhamit'in karşısında olanlarla birlikte hareket eden, Selânik'te hürriyetin ilânı üzerine konuşma yapan Said Nursî, daha sonra İttihatçılarla ters düşmüş, idama mahkûm edilmişti. Beyazıt Meydanı'nda, idam sehpalarının yanında yapılan mahkemede, "Sen Şeriatçıymışsın!" diyen hakime, "Evet, Şeriatçıyım!" demiş, "Şeriat uğruna bin tane başım olsa feda ederim!" diye konuşmuştu. (…)

Said Nursî, cumhuriyeti kuranlarla da birlikteydi. Cumhuriyeti savunuyordu. TBMM'nin ilk kuruluşunda, mecliste açılış duası yapmıştı.

Ancak, daha sonra Cumhuriyeti kuranlarla da yolları ayrıldı. Atatürk'ün yüzüne karşı eleştiriler yaptı. Bu yüzden, Şeyh Said isyanına karıştığı gerekçesiyle ülkenin dört bir yanında sürgün hayatı yaşadı.

Barla'ya sürüldüğünde ise yeni bir yol ayrımına geldi. Orada hayat anlayışını, felsefesini değiştirdi. Siyasetle bir yere gelemeyeceğini, insan yetiştirmek, iman kurtarmak, cemaat oluşturmak gerektiğini düşünerek önemli eserlerini yazmaya başladı. Hükümet tarafından sürülen yaşlı ve sakıncalı Said Nursî, Barla'daki çam dağına çıkıyor, dağın yüksek yerindeki bir ağacın tepesinde büyük bir dala oturarak, yıldızlara, kâinata uzanmış gibi eserler ortaya çıkarıyordu.

(Sayfa 18-19)

Türkeş İslâmcılara yöneliyor

27 Mayıs'ın etkin isimlerinden Alparslan Türkeş, sürgünden döndükten sonra Nihal Atsız ve Dündar Taşer gibi isimlerle birlikte gençleri Türkçülük ideali etrafında toparlamaya girişti. (…)

Türkeş ve arkadaşları İslâmcı akımlarla da dirsek teması aradılar. Partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirildi, fikir olarak da "Türk İslâm Sentezi" ortaya atıldı. Daha önce Cumhuriyet gazetesinden Cevat Fehmi Başkut'a "Çarşaflıları gördükçe tüylerim ürperiyor, ezanın yeniden Arapça'ya dönüşü bir ihanettir" tarzında konuşan Alparslan Türkeş, "İslâmiyet'i tanımadığını, Kuran'ın Muhammed'in kafasından uydurduğu bir kitap olduğunu" belirten Nihal Atsız'la birlikte tavır değiştirerek cemaatlere ve tarikatlere yönelik mesajlar vermeye başladı.

İslâmcılar içinde Nurcular, ağırlıklarını koruyorlardı. Necip Fazıl Kısakürek ve Mehmet Şevket Eygi gibi İslâmcıların etkili yazarları ise Nurcuların bu kadar güçlü olmasından rahatsızlık duyuyorlardı. Her ikisi de gazetelerinde Nurculara ambargo uyguluyorlardı.

(Sayfa 27)

Generallerden Erbakan'a: "Türkiye'ye dön, partini kur"

12 Mart muhtıracıları, MNP'yi kapatmalarına rağmen dini, komünizme karşı panzehir olarak görüyorlardı. MNP'liler de, partileri kapatılmış olmasına rağmen, darbecilere karşı değillerdi. Hatta MNP'li Hasan Aksay, "12 Mart'ta ordumuz yetişip anarşiyi durdurmasaydı, mevcut siyasîlerin elinde millet ve memleket uçuruma yuvarlanırdı" şeklinde konuşuyordu. 1972 yılında iki generalin İsviçre'ye giderek, Erbakan'ın ülkeye dönmesini sağladıkları iddia edildi. İddialara göre, Erbakan'a bir şey yapılması söz konusu değildi, dilerse parti kurabilecekti.

(Sayfa 46)

Mehmet Şevket Eygi, Erbakan'a "manyak" diyor

Necip Fazıl Kısakürek ve aftan sonra Türkiye'ye dönen Mehmet Şevket Eygi, Erbakan için çok ağır yazılar kaleme aldılar. Mehmet Şevket Eygi, isim vermeden hitap ettiği Erbakan'a "manyak" diyen bir yazı yazdı.

"Gurur, kibir, nefsaniyet, riya, nifak içindesin. Ve işin kötü tarafı, bütün bu helâk edici sıfatlara dindarlık perdesi altında sahipsin. Etrafına üç-beş safdil ve tecrübesizi toplamışsın ve onlara liderlik taslıyorsun. Reis olmak ihtirasını, emretmek manyaklığını tatmin için onları alet ediyorsun. Başkanlık elinden gidecek diye korku ve telâş içindesin. Mütevazı ol, manyaklığı terk et!" (Büyük Gazete, 5 Mayıs 1976, sayı 2, sayfa 11)

Bu tür eleştiri ve saldırılar MSP'lileri müthiş bunaltıyordu.

İşte bu "herkes bize düşman" duygusu MSP'lileri birbirine kenetledi. Onlar da herkese düşman oldular: CHP komünist, AP mason, cemaatlerin çoğu gafildi, Nurcular bile bile küfre hizmet etmekteydi…

(Sayfa 49)

Necip Fazıl Kısakürek: "Erbakan'ın boynu vurulmalı"

MSP'nin fikir babası sayılan ve MSP kitlesinin ideoloğu kabul edilen Necip Fazıl Kısakürek de MSP'ye karşı öfkeliydi. Eleştirileri Mehmet Şevket Eygi kadar acımasız ve ağırdı. Ona göre Erbakan 'Şeriatın baş belâsı'ydı, 'deli'ydi ve 'ruh hastası'ydı.

Hatta Erbakan, 'boynu vurulması gereken' biriydi…

Şöyle diyordu Kısakürek:

"Söyletmen vurun!" gibi bir yobazlığa düşmenin hak olabileceği bir vaziyet var mıdır, olabilir mi?

Vardır ve olabilir! Bedahet halinde bir vicdan sesi olarak 'vurun, susturun' nidası yalnız batılı susturmakta hak kazanır.

Söyletmen, vurun! Bu adamın ne söyleyeceği, ne söyleyebileceği evvelden malûmdur. Lisanı, üslubu, lûgatçesi, diyalektiği, kıyas unsurları, hokkabazlığı, hicabsızlığı, vicdansızlığı, gerçekleri tersine çeviriş ve çevresine yutturuşiyle çepeçevre bir malûm…

Söyletilmeden, söz söylemeden manevî boynunun vurulması gereken tek adam odur.

Nasıl öteceği evvelden bilinen kargaya söz hakkı verilmez."

(Rapor 7/9, sayfa 180-181, Büyükdoğu Yayınları)

(Sayfa 50)

Necip Fazıl ve Mehmet Şevket Eygi'nin dışlanması

(…) Mehmet Şevket Eygive Necip Fazıl Kısakürek de MSP'lilerin aforozuna uğradı. Necip Fazıl, başlangıçta MSP'liyken, AP'li olmuş, sonra da MHP'li olduğunu açıklamıştı. MSP'lilerin gözünde bütün İslâmcıların, hatta sağ kesimin üstadı olan Necip Fazıl tutarsızdı, kendini çok beğenmişti.

Necip Fazıl, İslâm davasının mimarı olarak kendini gördüğü için MSP yöneticileri kendini aforoz etse bile, tabanın kendine sahip çıkacağını, hele istese gençliği MSP'den koparıp alabileceğini düşünüyordu. Bunu uygulamak için, MTTB'de topladığı gençlere uzun bir konuşma yaptı ve MSP'yi bırakıp kendisiyle birlikte MHP'ye geçmelerini emretti.

"Beni seven arkamdan gelsin!…" dediği toplantıdan çıkarken MTTB'den bir kişi dahi peşinden gitmedi.

(Sayfa 60-61)

Fethullah Cemaatine zenginler nasıl kazandırıldı?

(…) Dar kapsamlı gruplar halinde düzenlenen bu toplantılarda Fethullah Gülen konuşma yapıyor, cemaatin hizmetlerinden, neler yapılacağından bahsediyordu.

Daha sonra esas meseleye geçiliyordu. Hizmet için şu kadar paraya ihtiyaç vardı, filân yerde yurt açılacaktı, ama para eksikti, şu kadar para lâzımdı.

Toplantıya dahil olan gruptan biri çıkıp, "hizmet için ne önemi var, benden bir milyar" derdi. Başka biri beş milyar, bir diğeri on milyar. Herkes bir şeyler dediğine göre, toplantıya yeni katılan zengin ya da yeni zenginler de bir şey diyecekti elbette. Onların dışındaki kişilerin söylediği rakamlar, bu yeni katılanları etkilemek içindi.

Yeni katılanlar da o atmosfer içinde beş-on milyar çek kesip verme zorunluluğu hissederlerdi.

(Sayfa 67-68)

Nurcu ve Süleymancı söylemlerine hiç benzemeyen, siyasetten uzak, yalnızca İslâm'ı ve sahabe hayatını anlatan konuşmalar yapan Fethullah Gülen, MSP'lilerin sistemli çalışmalarıyla ortaya bir star olarak çıkartılmıştı. O dönemde Fethullah Gülen'i şarkıcı Ferdi Tayfur'a bile benzetenler olmuştu. "Piyasada bir Fethullah Gülen'in bir de Ferdi Tayfur'un kâsetleri çok satıyor; çünkü ikisi de çok ağlıyor" esprisi o günlerde İslâmî çevrelerde hayli yaygındı.

(Sayfa 72)

Fethullah Gülen: "12 Eylül Müslümanları Erbakan'dan kurtardı"

Fethullah Gülen'in en çok kızdığı kişi artık Necmeddin Erbakan'dı. Erbakan'ı yangına körükle gitmekle, maceracılıkla, ahlâksızlıkla suçladığı cemaat içinde en çok konuşulan konuydu. Her yerde Erbakan'ın aleyhinde konuştuğu ve Erbakan'dan kurtuldukları için sevindiği söyleniyor ve müridlerince şöyle konuştukları iddia ediliyordu:

"12 Eylül ihtilâlinin en güzel yanı, Müslümanları Erbakan gibi kendini bilmez bir adamdan kurtardı. Erbakan bir daha belini doğrultamaz artık. Zaten onu yargılayarak hapiste uzun seneler tutacaklardır."

Şimdi Erbakan'sız kalan MSP'li kitleden adam kazanmak, onları bu cemaatin içine çekmek zamanıydı.

(Sayfa 84-85)

Gülen, türbanı eleştiriyor!

Çalkantılı günler geçiren Türkiye'nin seçime hazırlandığı bu günlerde İslâmcı kesim Fethullah Gülen'in açıklamalarıyla sarsıldı. Gülen, 26 Kasım 1989'da İzmir Hisar Camii'nde sokaklara taşan büyük kalabalığa seslendiği ve aynı anda 35 camide birden yayınlanan vaazında, "türban yürüyüşlerini" eleştirdi. Türban yürüyüşlerinde yer alan çarşaflı kadınların çoğunun gerçekte erkek, geri kalan kısmının da aslında açık saçık kadınlar olduğunu iddia ederek, bu yürüyüşlerin arkasında dinsizlerin, komünistlerin bulunduğunu savundu. Gülen, konuşmasını devlete itaat edilmesini isteyerek bitirdi.

Fethullah Hoca'nın bu konuşması İslâmcı çevrelerde çok dartışıldı. Kimileri hain olduğunu iddia etti, kimileri ajan olduğunu söyledi. Gülen, başörtüsü çilesi çeken kızların yanında yer alacağına, devletin yanında yer almıştı.

(Sayfa 113)

Körfez Savaşında RP - Fethullah Hoca krizi

ABD-Irak savaşı Türkiye'yi ekonomik açıdan olumsuz yönde etkiledi. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, "Bir koyup üç alacağız" diyerek ABD yanlısı tutum izlemiş, fakat savaş Türkiye'yi ekonomik sıkıntıya sürüklemişti.

Savaşın Türkiye'ye bir başka etkisi de, siyasîlerin arasındaki görüş ayrılığını derinleştirmiş olmasıydı. Hükümet kanadı ABD yanlısı tutum içindeyken, Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan Irak'ın yanında yer aldı. Demirel bile Irak'a yapılan saldırıyı kınadı. Bu kamplaşmaya cemaatler de karıştı. İslâmî grupların çoğu ABD'ye karşıydı. Türk medyasında doğrudan Irak'ı savunan Milli Gazete ve Yeni Asya gazetesi vardı.

İşte böyle bir dönemde Fethullah Gülen, Körfez savaşıyla ilgili bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında "İsrailli bebelerin durumuna ağladığını" belirtti. Irak bombardımanında zarar gören İsrailli bebeler onu çok üzmüştü.

Fethullah Hoca'nın bu konuşması, kendi tabanını da bütün dini çevreleri de şaşkına çevirdi. (…)

(Sayfa 116-117)

RP'ye karşı Fethullah Gülen

Tansu Çiller, bölücülüğe ve irticaya karşı savaş açmıştı. Tansu Çiller, ilk kez İslâmcı çevrelerin güçlü olduğunu bu dönemde anladı. Bir şeyi daha anlamıştı: RP dışında bir İslâmî cephe vardı ve bunlar RP'ye karşı mesafeliydi. Başını da Fethullah Gülen çekiyordu.

RP'yi Atatürk ve lâiklik adına eleştirmek ve hücum etmek ters tepen bir yoldu. Ama Erbakan hocaya karşı bir başka hoca çıkarmak belki daha uygundu. (…)

Aranan hoca, Fethullah Gülen'di. (…)

(Sayfa 135-136)

Fethullah Gülen: "Tesettür teferruattır"

Devlet içinde itibarlı konuma gelen Fethullah Gülen, devletin karşı olduğu şeylere kendisinin de karşı olduğu yolunda sözler söylemeye ve devletin yanında olduğunu daha açık bir tavırla göstermeye başladı. Daha önce "solcuların ve komünistlerin" kışkırttığını söylediği başörtü eylemlerine yönelik eleştirilerinde bir adım daha attı ve "Başörtüsü teferruattır" dedi. (…) Onun bu sözü, İslâmî çevreleri bir kez daha ayağa kaldırırken, karşı tarafta "olumlu" karşılandı.

(Sayfa 137)

Ve… Fethullah düğmesine basılıyor

18 Haziran 1999 Cuma günü Fethullah Gülen ve cemaati için kâbusun başladığı kara gün olarak tarihe geçecekti. Sabah grubuna ait ATV televizyonu, "Türkiye sarsılacak!…" alt yazısı geçiyordu sürekli. Ali Kırca'nın sunduğu Ana Haber Bülteni'nde "Türkiye'yi sarsacak!…" bir haber kamuoyuna duyurulacağı anonsu gün boyunca ardı ardına ekranda geçiyordu.

Ve Ali Kırca, Fethullah Gülen'e ait bir video kâsetle başladı programına. Fethullah Gülen konuştukça, Türkiye sarsıldı gerçekten. Çünkü konuşan Fethullah Hoca, bambaşka biriydi. Hoşgörü abidesi olarak takdim edilen ve geniş kesimlerce de böyle kabul edilen Fethullah Hoca, "devleti sinsice nasıl ele geçireceklerini" anlatıyordu bu kâsette. (…)

"Durmadan hazırlanmalıyız. Hem de hiç durmadan… Zamanı gelince, uygun boşluk bulunca maratona geçeriz. Bazıları benim için korkak diyor. Ama bazen hasımdan kaçmak, çok çok önemli bir manevradır.

Şef döneminde çarşaflı kadınları bile astılar. Milleti kırıp geçirdiler. Dikkatli olmalıyız. Erken harekete geçersek, tepemize binerler. Başka kuvvetler var bu ülkede. Bunları hesap ederek temkinli yürümekte fayda var.

Taa ilerilere gitme, can damarları içinde dolaşma ve eğer sonra dönülüp gelinecekse geriye gelme meselesi. Gelecek adına çok önemli esaslardır, hususlardır. Gelecek için bunlara mutlaka riayet edilmelidir." (…)

(Sayfa 198-199)

Aralara spotlar girilerek verilen konuşmalar, izleyenleri hayrete, dehşete düşürmüştü. O zamana kadar Fethullah Gülen'e sempatiyle bakanlar, "Adam bizi uyutmuş, meğer en tehlikeli yobaz buymuş" yorumunu yapıyorlardı. Fethullahçılar ise dehşetle, korkuyla, "Her şey bitti!" hayıflanmalarıyla bakıyorlardı ekrana. En büyük şoku doğal olarak yaşayan kesim hiç şüphesiz onlardı. Kendilerine hiç dokunulmayacak, hiç bir zaman bu boyutta bir kampanyaya hedef olunmayacak duygusu yerle bir olmuştu.

Yorumlar

Bugüne kadar hep sol bin parça İslâmcılar yekvücut sanırdık, öyle değilmiş meğer, şimdi anladım. Fakat şunu anlayamadım, hem birbirlerinin kuyusunu kazmak için her şeyi yapıp hem de nasıl hâlâ "ben müslümanım, Allah'tan korkarım" diyebiliyolar?

Cansel - 22 Nisan 2012 (00:46)

Cansel kardeşimin şahsında genel olarak "Muhtelif İslâm" hakkında bir şeyler söyleyesim var; hakkını helâl etsin.

İnanç da inanmamak gibi bireysel bir seçimdir ve aynı saygıyı hak eder. Tabii bu yorumum yine de mevzuya yakınlığı olanlarda gerçek bir karşılık bulacaktır, normal olarak.

Öncelikle keşke diyorum, İslâmcı'ların 'sol'u anlamaya teşebbüs ettikleri kadar, solcular da 'islâm'ı anlamaya çalışsalardı. En azından genel kültür olarak, haftada bir saat. Bilgi özgür kılar, diyeyim.

Müslüman, 'günah' işleme yetkisi de olan bir varlıktır; bilerek veya bilmeyerek. Elindeki Kur'an; kâfirlerin, müşriklerin, ehl-i kitabın yanında müminlere de sürekli öğüt verir. Öğütlerden biri de şudur: "Zorlaştırmayın, kolaylaştırın; bölmeyin, birleştirin."

Bir mümin 5 vakit namazda her rekâtta okuduğu Fâtiha suresiyle tanrısına günde 40 kere "beni doğru yola ilet" diyerek dua eder.

Neden acaba, zaten bir müslüman olarak doğru yolda değil midir, ne gerek vardır? Bu dua her an kandırılıp yolundan saptırılma korkusundandır; hakikati görebilmek ve tuzağa düşmemek ister! Ama her şeye rağmen kandırılabilir mi? Evet.

Kusursuzluk kimseye ait değildir ve bir mümin veya bir STK dini temsil etmez. Ortada meşhur bir metin vardır ve din bireyler üzerinden değil, kitaptan anlaşılmaya çalışılmalıdır, bir kastınız yoksa…

Bazen "kötülük" ten de "iyilik" doğar, biz fark edememiş olabiliriz; niyetler hâlis olsun yeter ki.

Ali Sedat Çetinkoz - 22 Nisan 2012 (15:10)

Tamam iyi söylüyorsunuz alisedat bey ama bu insanları (erbakan, fetullah, vs) destekleyen, başının üstünde tutan kitle bu insanlara "dindardır, bizdendir" diyerek oyunu, manevî ve maddî desteğini vermiyor mu? O zaman bu yapılan din sömürüsü olmuyor mu? Tamam kitleye lafım yok ama lider dedikleri, boyun eğdikleri adamlara bi baksanıza…

Cansel - 22 Nisan 2012 (17:08)

Bir üstte yorumumun son cümlesini tekrar edeyim. Onlara destek veren halis niyetle hareket ediyorsa, kötü görünen bir şeyden iyi sonuçlar da çıkabilir. Ya bu taraf, ya diğeri bulur doğruyu. Denizler durulmaz dalgalanmadan, bu millet dinini yeni baştan ve doğru şekilde öğrenir, hayırlara vesile olur umarız.

Ali Sedat Çetinkoz - 22 Nisan 2012 (19:20)

Rahmetli Erbakan 3 ekim 2010 konuşmasında partisinden istifa edenleri kastederek ' sürüden ayrılanı kurt kapar, sırat-ı müstakim'den şaşmamak esastır' diyordu, sürü de bu sözleri alkışlarla onayladı, bilim felsefecimiz Nusret Hızır, aydın'ı şöyle tanımlıyordu: Sürüden biri olmamaya uğraşana, sürüden biri olmaktan kurtulmaya uğraşana aydın derim' (Bilimin ışığında Felsefe s:23) Evet, sürüler Elias Canetti'nin tespit ettiği sürülerdir ve sürüden ayrılanı kurt kapmaz ama her sürünün yolculuğu mezbahada biter. Sürüye uğurlar ola.

Bunak Moruk - 23 Nisan 2012 (14:48)

"…yaşamak, bir koyun gibi tek başına ve hür, / ve bir sürü gibi kardeşçesine" diyerek kafamızı karıştıran Nazım mıydı?

Sürü olmak ne zaman gerçekleşir; 21 milyon koyun ile mi, 1 milyon mu, bin mi, yüz mü, 7-8 tane de yeter mi? Fenerli sürüsüyle Gassaray sürüsü kapıştı, çok telefat var. Rock'çı sürüyle Hip-Hop'çı sürü uçurumun kenarındaki 'ot' için mücadelede. Görmediğini yok sayanlarla rüya görenlerin sürüsü re'sen ayrıldı.

İroni sevenler ağılında ürküten yangın… New Age sürüsü "GDO'lu yeme, hayır" dedi.

Tek başınaysan okumaya yazmaya, düşünmeye neden ihtiyacın olsun ki? Bir sesinin olması bile lüks. "Kaprisin kime güzelim?" Yoksa kaval çalmak mı niyet, sürüye? Standartlar karışık o zaman. Hor gör ama yönetimine talip ol… Bu bizi kesiyorsa fark nerede? Toplumlar lâyık olduğu şekilde yönetilir, demiş iki ayaklının önde gideni.

Kasap, soldan beşinci dükkân. Hijyene dikkat!

Ali Sedat Çetinkoz - 23 Nisan 2012 (20:49)

Her insan topluluğunda menfaatçılar, ciddiyetsizler vs.ler vardır. Olması da beklenen bir durumdur. Böyle insanlar bir grubun başı da olabilir. Bir toplumu birkaç yaramaz insan için topyekûn silemeyiz. Bir toplumdaki kötü amaçlı insanlar bizzat o topluma zarar veremezler. Zamanla o toplumdan tecrit olunurlar. Hak hiç bir zaman zail olmayacağı gibi, haklıdan yana olanlar manevî gayelerine ulaşırlar Allah'ın izniyle. İnsan olan, dedim-dedi lâflarını bir kenara koyar, yoluna, eğrilmeden devam eder. Zamanımızın vasat müslümanına bakarak hüküm çıkarmak yanlış. Eğer doğruyu bulacağım diyorsak, onun kaynağına inmemiz gerekir. Dinimizin kaygısını güdenlerden Allah razı olsun demek gerektiğine inanıyorum.

Erde Bil - 7 Haziran 2012 (15:01)

Yazıda belirtilen M. Şevket EYGİ gazetesinde kısıtlama koyamaz çünkü çıkardığı gazete Nurcularla ortak. Zaten Nurcularla Erbakan ortak hareket 5 vakit namaz dışında pek yok. Dünya düşüncesi bazında. Necip Fazıl AP MHP daha sonra MSP ye geçmiştir. Milli Görüşün mimarı gibi anlatılmış bu külliyen yanlış. M. Şevket EYGİ geçen Milli Gazetede yazdı "ben Erbakana karşı bir şey demedim. Benim sözlerimmiş gibi yayanlar var" dedi.

Metin - 10 Ocak 2013 (23:47)

diYorum

 

66
Derkenar'da     Google'da   ARA