Patronsuz Medya

Çekme Ulan Şerefsiz!

Önder Şuşoğlu - 2002

Künye - Önder Şuşoğlu, Çekme Ulan Şerefsiz! Alfa Basım Yayım Dağıtım  


Nebbaş

Bu (polis, muhabirliği) öyle bir meslektir ki farkında olmadan çok önemli olayların aktörleri arasında yer alıverirsiniz. Şartlar sizi beklenmedik zamanlarda beklenmedik yerlere götürür. İnisiyatifinizde de değildir olanlar. Akıntıya asla hükmedemezsiniz.

İstanbul güneşle vedalaşırken özellikle de Zincirlikuyu Mezarlığı'na karanlık çökmüştür. Metropol gecenin sessizliğine uğultular içinde çekilirken polis telsizlerine alışılmadık anons trafiği yansır. Tüm birimlerin ekipleri, tek bir adrese Zincirlikuyu Mezarlığı'na kaydırılmaktadır.

Haberciler de 'kokuyu 'alır ve mezarlığa koşar. Kayda giren her kamera ve deklanşörüne basılan her fotograf makinesinin objektifi ünlü iş adamı Vehbi Koç'un mezarına dönüktür. Haber merkezlerine tek cümle bilgi akmaktadır:

- Vehbi Koç'un cesedi çalınmış…

Tüm Türkiye o güne kadar ne duyulan, ne de görülen bir olayla karşı karşıyadır. Canlı yayın araçları mezarlıkla bağlantıya geçer. Ortalık toz duman olmuştur. Saatler saatleri kovalar ve sarsıcı hırsızlığın aydınlatılması ve Koç'un naaşının ait olduğu yere geri getirilmesi için 30 bin polis alarma geçer. Aranan hırsızlara sözlükteki karşılığı olan isim de konur: "Nebbaş".

Nebbaş operasyonunun komuta merkezi ise Asayiş Şube Müdürlüğü'dür. Gayrettepe'deki emniyet birimi kriz merkezi gibi çalışmaktadır. Polis muhabirleri ise 24 saat Gayrettepe'de gelişmeleri dakika dakika takip etmektedir. Alınan her duyumla birlikte önce polis sonra da haberciler harekete geçmektedir. İşin kuralı gereği böylesine büyük bir haber için en yakın arkadaş olan muhabirler bile birbirlerinin önüne geçip "iş atlatma" derdindedir.

Bir günlük gazetenin "Nebbaş arama" timi vardır ki onlar diğer meslekdaşlarından farklı bir şeyler yaşamaktadır. Ancak bu farklı şeylerin adı çok sonra konacaktır.

Şoför ve iki polis muhabirinden oluşan üç kişilik haber ekibi operasyonun her anında birliktedir. Önde muhtemel nebbaş zanlılarına pusu atan, alıcı kılığına bürünen sivil ekipler ve arkalarında "bizim" medya ekibi.

Uzun süren polis takiplerinde haber aracında geçen konuşmalar ise hayli ilginçtir. Muhabirler yıllardır beraber haber peşinde koştukları ulaştırma görevlisi ile abi kardeş olmuş her şeylerini paylaşır.

- Kardeşim nereden çıktı bu nebbaş işi?

- Çekilesi değil bu stres. Valla bıktım.

Muhabirlere ağabeylik yapan şoför ise sakindir:

- Merak etmeyin çocuklar işinize bakın siz bir şey olmaz. Çalışın.

Günler geçmektedir. Kamuoyu baskısı ile cendere içine giren polis, gelen her istihbaratı değerlendirmekte ve Vehbi Koç'un naaşını aramaktadır. Bizim ekip, bitmeyecek gibi gelen operasyonlara beraber iştirak etmektedir. Sohbet meslek serzenişleriyle devam eder durur;

- Para da kalmadı cepte. Trilyoner Vehbi Koç'un cesetini arıyoruz, ama yarın ne yiyeceğiz belli değil.

- Sorma be kanka, ben de tükendim. Cepte bırak ev kirasını ödemeyi sigara alacak para yok.

Şoför durur mu muhabbete katılır. Ama o farklı bir boyuttadır;

- Beyler üzmeyin kendinizi biz buradayız ölmedik daha. Yakında bana bir miras kalacak bildiğiniz gibi değil. Bu abiniz hepinize bakacak. Yaşatacağım sizi…

Oysa iyi tanıdıkları şoförlerini hiç böyle umut dolu görmemişlerdir.

Araştırmalar devam etmekte, uykusuz geceler art arda uzamaktadır. "Bizim ekip" yine bir gece emniyette uyuklarken "polis nebbaşlara ulaştı ve yakalamaya gidiyor" dedikodusu ile ayaklanır. Arabaya atlarlar ve polis takibine geçerler. Muhabirler heyecan içinde çırpınırken, şoför çok rahattır.

- Abi hızlı sür, polisleri kaçırmayalım. Aman dikkat et.

- Korkmayın koçum. Merak etmeyin yakalayamaz onlar. Bu işten de bir şey çıkmaz. Bana güvenin siz.

- Ya abi sen nereden biliyorsun. Belki gelen bilgi doğru. Sen işine bak Allah aşkına.

- Ben bilirim koçum. Sanıklar yakalanmaz. Salak mı onlar? Eli boş döner polis, adım gibi eminim.

- Aman be abi bir an önce yakalansınlar da biz de kurtulalım.

- Bilemem ben orasını yakalanır mı yakalanmaz mı hırsızlar. Ama ben size derim ki yakında mirasım gelsin para yiyeceğiz hem de çatır çatır para…

Canı burnundaki iki muhabir yine muhabbeti es geçerler.

Ve beklenen gün… Nebbaşlar "Koç" ailesinin aracıları zannettikleri polislerle para karşılığı ceset mübadelesi için anlaşır. Küçükayasofya'da buluşan alıcı kılığındaki polis, zanlıları kıskıvrak yakalar. Polis başarısını haberciler vasıtası ile haber bültenlerine taşır. Polis muhabirleri merkezlerine operasyonun detaylarını aktarırken bizim "nebbaş timi" herkesten farklı bilgileri haber müdürüne iletmektedir.

- Abi yandık. Yandık ki ne yandık.

- Ne oldu oğlum. Lâfı geveleme anlat.

Panik halindeki muhabir sarsıcı bilgiyi müdürüne söyler.

- Abi sorma nebbaş bizim şoför çıktı.

- Sen ne diyorsun lan, gerçekten mi, yanlış anlama olmasın.

- Yol abi yok. Şimdi sanıkları çıkardılar. Gözlerimizle gördük. Bizim şoför meğer Vehbi Koç'un naaşını çalan çetenin elebaşıymış.

- Aman oğlum kimse duymasın. Yanarız. Ben durumu üstlere bildireceğim. Siz meseleyi dillendirmeyin, biteriz.

"Nebbaş" operasyonunu beraber takip eden iki muhabir, olayın elebaşı ile yan yanadır. şoförleri hırsızlık çetesinin elebaşıdır.

Taşlar yavaş yavaş yerine oturmaktadır. Boş çıkan her operasyon öncesi ulaştırma görevlisi sanki sonucu önceden biliyormuş gibi rahattır ve rahatlatıcıdır. Parasızlıktan dert yanan iki çalışma arkadaşı muhabire yakında "voliyi" vuracağını ve onları yaşatacağını söyleyen şoför, paranın kaynağını "miras" olarak açıklamaktadır.

Arabada geçen tüm diyaloglar habercilerin beyninde yankılanmaktadır. Onlar "biz ne yaşamışız be kardeşim" diyerek şoku atlatmaya çalışırken merkezde müdürler "olayı kapatın" talimatı vermiştir.

(Sayfa 24)

Kendi imkânlarınla gel

Tanzimatla başlayan ekonomik ve siyasî iktidarsızlık, bu toprakların insanına huzur ve barışı tam anlamıyla yaşatamadı. Dönem dönem taleplerini ve tepkilerini kitleler halinde sokağa çıkarak dile getiren siyasî görüşler devletin kolluk kuvvetlerinin "dur" ihtarı ile karşılaştı.

Özellikle son yıllarda vatandaş neredeyse Çevik Kuvvet'le "akraba" oldu. Arkasına aldığı devlet gücüyle meydanlarda "fırtına" gibi esen Çevik Kuvvet, "Ben bilmem, merkez bilir" felsefesini "yürüyen" her vatandaşa copuyla göstermiştir. Bu felsefeden çoğu zaman gazeteciler de nasiplenirken "gözü kararan" birim, meslekdaşlarına da "çevik olan kuvvetini" uygulamıştır.

Öykümüz ise "F" tipi cezaevlerinin protesto edildiği Galatasaray'da geçmektedir. Her cumartesi günü aynı yerde aynı saatte yaşanan protesto eylemi için Çevik Kuvvet ekipleri yerlerini alır. Protestocular da randevularına sadıktır, basın açıklamalarını yaparak yürüyüşe geçtiklerinde Çevik Kuvvet'i karşılarında bulurlar.

Yaşanan arbedede gözaltına alınan eylemcilerin fazlalığı polisi zor durumda bırakır. Çünkü polis minibüsünün kapasitesi "yolcularının" sayısı arasında ciddi bir fark vardır. Hınca hınç dolan minibüslerde hiç yer kalmamıştır.

Polis ortalığın sakinleştiğini düşünüp "merkezine" doğru yola çıkmaya hazırlanırken yaşlı bir kadın polis koridoru içerisine girer ve zafer işareti yaparak slogan atmaya başlar:

- İnsanlığın onuru işkenceyi yenecek!

Polis kadının yaşı gereği "oralı" olmaz. Ama eylemci kararlıdır:

- Beni de alın. Beni de götürün.

Polisin kayıtsız kalması üzerine susan yaşlı kadına destek gelir. Çevredeki gençlerden biri aynı şekilde polisin önünde slogan atmaya başlar:

- İnsanlığın onuru işkenceyi yenecek.

Polisin genç ve gecikmeli eylemciye tavrı aynı olur. Polis minibüsü "doludur" ve yavaş yavaş hareket etmektedir.

Genç bu kez bağırmakta kararlıdır:

- Beni de alın. Beni de alın…

Gözaltına alınmak için çırpınan genç protestocuya gereken cevabı hareket halindeki minibüsün arka penceresinden sarkan bir polis memuru verir:

- Yerimiz doldu. Kendi imkânlarınla gel.

(Sayfa 100)

Dınk

"Gerçek öykünün" mekânı yine bir karakoldur. İşe bakın ki olayın öznesi yine bir "Güneydoğulu" vatandaş kavgasıdır.

İki hemşehri kıyasıya kavga ederken gücü diğerine yetmeyen "er meydanını" terk edip kaçmaya başlar. Hırsını alamayan "erken galip" ise kaçan arkadaşına doğru yerden kaptığı koca bir taşı fırlatır. Fırlatılan taş tam isabet kaydeder. "Kaçanın" kafasına gelen taş, ölümcül bir yara açar.

Olduğu yere yığılan talihsiz vatandaş son nefesini verir ve hayatını kaybeder. "Cinayetle" sona eren kavgaya müdahale eden polis arkaşının katil zanlısını yakalar, karakola getirir ve sorgulama başlar:

- Niçin arkadaşını öldürdün'

- Vallah komserim benim suçum yohtur.

- Ne demek suçum yok! Arkadaşının kafasını parçalamışsın.

- Ben taşı atmışem. Bir bakmışem, dınk cenaze yerde.

(Sayfa 116)

Hakarete bak

Gazeteci bayan, Avrupa'da "kaçak" yaşayan ve o yılların yeraltı dünyasının ünlü ismi ile röportaj yapmak için harekete geçer. Uzun bir uğraştan sonra Fransa'da bulunan mafya babasının telefonuna ulaşır. Acar gazeteci, kişileri garip sorularıyla köşeye sıkıştırmakla tanınmaktadır. Tuttuğunu koparan gazeteci ile ünlü "baba" daha önce hiç karşılaşmamıştır.

Gazeteci telefonla "babaya" ulaşır. Mafyanın önemli şahsiyeti büyük bir gazetenin muhabiri ile telefonda röportaj yapmaktan çekinmez. Karşısındaki kişinin tanıdığı birçok gazeteciden ne kadar farklı bir kişi olduğunu da sonradan anlayacaktır.

Gazeteci, milliyetçi ve ülkücü bir ideoloji taşıyan bu ünlü babaya sorumaya başlar:

- Siz uyuşturucu kaçakçılığı yapıyor musunuz? Avrupa'daki uyuşturucu işlerinde siz de var mısınız?

Sorular tahrik edicidir. Ülkücü baba sorulara müthiş derecede sinirlenir. Yine de hiddetlenmez, inandığı ideoloji ve yapısı gereği uyuşturucu işleriyle alâkası olmadığı söyler.

Gazeteci bayan ısrarlıdır. "Uyuşturucu" sorularıyla yeraltı dünyasının ünlü ismini sıkıştırmaya çalışmaktadır. Bu ısrar karşısında aşırı derecede sinirlenen ülkücü baba dayanamaz ve bayan gazeteciye, sinirli ve yüksek bir ses tonuyla bağırır:

- Kardeşim, sen anlamıyor musun? Benim uyuşturucu işiyle hiç bir işim olamaz. Yahu sen polis misin? Beni polis gibi sorguluyorsun.

Kaçak mafya lideri bu sözlere rağmen sinirini yenemez ve haberciyi azarlamaya devam eder:

- Şimdi ben sana "senin için orospu diyorlar" desem. Sen de bana "hayır" desen, ben de bu sözün üzerine hâlâ sana "yok sen orospusun" desem, sen ne cevap verirdin bana?

Öfke yer değiştirmiştir. Bu ifadeler üzerine bu kez gazeteci bayan çok sinirlenir. Tıpkı ülkücü baba gibi ses tonu yükselterek çıkışmaya başlar:

- Sen bana nasıl böyle bir şey dersin, ha nasıl dersin?

Gençliğinden beri küfür eden, sertlikler dünyasında yaşayan "baba" hatasını anlar ve haberciyi sakinleştirmeye çalışır:

- Bacım ben size öyle demek istemedim. Sadece benzetme yapmaya çalışıyordum.

- Siz benimle bu şekilde nasıl konuşursunuz? Siz beni ne zannediyorsunuz?

Gazeteci bayanı sakinleştiremeyen ismi bizde saklı mafya lideri kendini kötü hisseder:

- Bacım, orospu örneğiyle yanlış bir benzetme yaptım galiba. Özür dilerim.

"Özürlü" ifade de gazeteci bayanı sakinleştirmeye yetmez.

- Ben onu söylemiyorum. Sen bana nasıl 'polis 'dersin?

Bu tuhaf soru karşısında ülkücü baba birkaç saniye sessiz kalır ve telefonu gazeteci bayanın yüzüne kapatır.

(Sayfa 151)

Yorumlar

Önder emice nasılsın sana ulasmanın yolunu buldum sıksık kafanı şişiririm senin artık tanımadıysan rahmetli rıfat şuşoğlunun torunu nurettin…

Nurettin Tığlı - 15 Ekim 2007 (6:27)

Ensest ile ilgili yazdığınız kitabı tesadüfen okudum. Bu konuda sizinle görüşmek isterdim mail yoluyla. Ancak hepsinden daha önce belirtmek isterim ki bu olaylara maruz kalan her çocuk büyüdüğünde çocuğuna şiddet uygulayan bir anne olmuyor.

Bilakis kendisine verilmeyeni çocuğuna verip, onu çok severek içinde kanayan yarasına merhem olsun diye çocuğunun gülen gözlerinin içine bakıyor. Onun akşamları huzur içinde yatağında aldığı nefesi dinleyip, mutlu ama hayata karşı olanca kırgınlığıyla, bir zamanlar kapatmaya korktuğu ışığını kapatıp yatağına yatabiliyor.

Sizler bu konuda hep olanı yazıyor ve olanı değerlendiriyorsunuz. Ya yaşayan ne yapar hiç düşündünüz mü? Yaşayan hayatını nasıl devam ettirir, nasıl iyi olur, hiç düşündünüz mü? Bu konuda hep bir yere kadar yazılan bu konuyu eğer bir gün cesaretimi toplarsam ben yazacağım. Bir kurbanın gözünde Ensestten sonra hayat!

Hicran - 4 Aralık 2012 (11:54)

diYorum

 

56
Derkenar'da     Google'da   ARA