Patronsuz Medya

Suat Gönülay (3)

Necdet Şen - 3 Temmuz 2001  


Resim 3: Kaynana için "Mutlu Son"

Teyzeler daha da yaklaştı. Artık ne konuştuklarını işitiyoruz.

Sağdaki daha yaşlı olan kadının çırpı bacakları, desenli entarisi, kambur duruşu, kadidi çıkmış zayıf kentli yüzü ve bacaklarını aça aça yürüyüşü 90 yaşlarında olduğunu düşündürtüyor.

Keza, öykü boyunca ikide bir "ben subay kızıyım" diye övünen soldaki vardakosta kadının (yaşı 60 cıvarında olmalı) gürbüz bedeninin altındaki çırpı bacaklardan anlıyoruz ki, gençliğinde zayıfmış, sonradan biriktirmiş o kiloları. Kolkola girişlerindeki ve salınarak yürüyüşlerindeki gerçekçilik bir kez daha şaşırtıyor.

Kadınlar ne kadar da buralı, hatta ne kadar da "adalı".

Sanki bir vapura atlayıp Burgaz adasına gitsek onları göreceğiz. Sanki çizer, teyzelere "bi dakka" demiş de karşısına dikmiş, bakarak çizmiş gibi. Kaçımız yanımızdan geçip giden insanları bu kadar derin gözlemleriz?

Saman kâğıda basılan ve okunup atılan bir dergideki çizgi romana neler sığıyor? Ama onların eserlerinin "borsası" yok. Sanatın ağababası ÇİZGİ ROMAN, dergilerin kamera servislerinde kayboluyor. Acar sayfa sekreterleri bu eserlerin üzerine kalın uçlu tükenmez kalemlerle ölçü yazıyor.

Çöp adam çizene de "çizer" deniyor Suat'a da. Ben bunu içime sindiremiyorum.

Siz olsanız, Suat Gönülay olmak ister miydiniz böyle bir memleket tablosunda? Olabilseydiniz ödetilen bedele katlanabilir miydiniz?

Kamera açısı neredeyse bir tavuğun göz hizasında. O zaman ne oluyor? Gökyüzü, ayak hizasından tepeye kadar neredeyse tüm arka planı kaplıyor. Peki öyle oluyor da ne oluyor? Ortaya bir romantizm, huzur tablosu, çizilen figürlerin karşısında biz izleyenlerin durması icap eden tevazu noktasının hatırlatılması çıkıyor.

Yani çizer diyor ki: "Bu resim, anlatının son karesidir. Burada artık "mutlu son" umsu bir durum vardır. Öksürebilir, alkışlayabilir ve paltonuza davranabilirsiniz. İyice emin olabilmemiz için, final notası uzatılır.

Yaşlı kadınların üzerlerine eğilircesine duran ağaca (muhtemelen çam) ve yine belli belirsiz bir üçgen oluşturarak gözümüzü olayın cereyan ettiği noktaya doğru zarifçe yönlendiren gökyüzü beyazlığına ve buram buram Marmara kokan katmerli ikindi bulutlarına dikkat. Onlar final sahnesinin coşkulu keman partisyonları; hep birlikte vaveylâ koparıyorlar.

Demek ki, çizgi roman mutlaka kendisi çapsız olduğu için okuyucunun da çapsız olduğunu var sayan kolaycı çizerler tarafından çizilmek zorunda değilmiş. Çizgi roman usta ellerde derinlere de dalabiliyormuş.

Bu çizgi romancı Salıpazarı'ndan aldığı ucuz tişörtler giyiyor. Dolayısıyla, holding patronlarının masalarında güllâbîcilik yapma ve onlar tarafından "büyük sanatçı" ilân edilme şansı pek yok. Onun çizgi roman yapabilmek için kalan tek şansı Kazandibi dergisinin yaşayabilmesi. Yoksa o yine evinde oturup kahve üstüne kahve içerek ağır felsefe kitaplarına gömülecek, biz de ortalıkta çizer diye "patron dibi" yalayan kifayetsiz muhterislere talim edeceğiz "sanatçı" diye.

Karamba! Karambita! Hay aksi!

Bir tercih yapmamız gerekiyor; ciğercinin kedileri ile sokak kedileri arasında.

Konu eğer bir kovboy hikâyesi olsaydı, final sahnesinde kızılderililer, aşk filmi olsaydı, karşı cins "halledilmiş" olacaktı. Ama bu öyküde temel gerilim ekseni gelin-kaynana çelişkisi olduğundan final cümlesi de muzaffer kaynananın dışarıdan kulak misafiri olana pek bir şey ifade etmeyecek olan "aaah yavrum"lu iç dökmesi olacaktır tabii ki.

Çizgi roman, ustanın elinde en sıradan görünümlü gündelik motiflerden bile bir hayat parçası, gerilim ve "efradına cami, agyarına mani" öyküye dönüşebiliyormuş demek ki. Mutlaka on bin tane Bizanslının doğranması ya da bütün güzel vücutlu kadınların "şey edilmesi" gerekmiyormuş.

Yorumlar

Bu yazıdan 8 sene sonra nihayet Suat Gönülay'ın kitabı basılıyor. Sizin incelemenizi, okuduktan sonra daha da merak ettim doğrusu.

Cem Akkartal - 11 Aralık 2009 (01:23)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

58
Derkenar'da     Google'da   ARA