Patronsuz Medya

Toksik İnhalasyon Sendromu

Mustafa Muammer Elöz - 23 Mart 2013  


Yılbaşından beri yeni bir şirkette üst düzey yönetici olarak çalışmaya başladım.

Estağfurullah efendim, teveccühünüz… Hmmm, evet, bir çeşit terfi de diyebiliriz…

Hem yeni işyerine uyum sağlamak, hem çalışanlarla hem de yeni temas noktaları ile iletişim kurmak, bu arada eskileri ile irtibatı koparmamak filân gibi meslekî ve insanî kaygılarıma çözüm bulmak gibi çabalar içerisindeyim. Bu da şu sıra - biraz da anlamsız - bir koşuşturma ve yoğunluk yaşamama neden oluyor.

Çalıştığım yeni şirketin uluslararası bir marka ile ciddi bir bağlantısı var. Ecnebi amirler bu bağlantının devamı için çok yüksek standartlar koymuşlar ve bunlara sıkı sıkıya uyulmasını istiyorlar ve de bunun idamesini titizlikle denetliyorlar. Bu hem çok iyi bir şey, zira gerçekten işyerinin iyi bir durumda olmasını sağlıyor; ama bir yandan da çalışanlar için ağır bir iş yükü oluşturuyor.

Tabii bu da bize yansıyor. Üstüne üstlük yapı olarak saçma sapan mükemmeliyetçi bir halimiz var. Aman eksik bir şey yapmayayım, yanlış olmasın, ayıp olmasın, mahçup olmayalım kaygısı ile de, sanıyorum biraz kasmış durumdayım, kendimi emekli albay gibi hissediyorum şu sıralar.

Bir de kıymetli anneciğimin bir sağlık sorunu oldu bu ayın başında, hepimizin yüreğini ağzına getiren. Çok şükür ucuz atlattık, ama bayağı da korktuk.

Bunu siz kıymetli dost ve hemşehrilerime anlatmayı çok isterim efendim, müsaade buyurursanız. Çünkü hem bizi korkuttu ve üzdü, hem de vallahi traji-komik bir yanı da var. Başınızı ağrıtmazsam anlatayım.

Yolculuk

Durun, ta baştan anlatayım bunu: Şimdi, bizim işyerinin uluslararası bir bağlantısı ve bunu koordine eden bir departmanı var dedim ya! Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerinden, Rusya ve Kafkas ülkelerinden, Orta Doğu ülkelerinden onlarca bağlantımız var. Neyse, işte bu ülkelerde yapılan pazarlama çalışmaları kapsamında geçen ay sonunda bir günlüğüne Bükreş'e gittim.

Sabah insanlık dışı erken bir saatte yola çıktık. Uçaktan indik, işyerinin oradaki ofisine gittik. Burada bir kaç dosya üzerinde çalıştık filân. Bir yemek yedik, biraz etrafı dolaştık. Hava buz gibi soğuktu, içimiz titredi. "İnşallah grip olmayız" dileklerimiz de tutmadı (en son cümleye bakınız).

Akşam üzeri bir TV kanalında canlı yayına çıkıp bir saat boyunca çok karizmatik bir TV sunucusu muhteremin ev sahipliğinde "Ne yapmak lâzım? Nasıl yapılır? Biz de pek güzel yaparız!" mealinde bir şeyler konuştuk. (Öhö! Mesleğimde uzman bir insanım, televizyona falan da çıkarım ara sıra. Enternasyonal bir şahsiyet olduğumu söylersem de pek abartmış olmam…)

Uzatmayayım, saat 10:00 sularında otelimize avdet ettik. Bir şeyler yedik ve yattık. Zira dönüş uçağımız da sabah 5:30'daydı.

Neredeyse doğru dürüst uyumadan İstanbul'a döndüm. Eve geldim. Hanımla kahvaltı yaptık.

Anneciğim

Gazetelere bakarken, "acaba yatsam mı, yatmasam mı" filân diye düşünüyordum ki telefonum çaldı. Ağabeyim arıyor. Onu da halam aramış. Sabah annemle telefonla konuşurken, annem "Ben çok fenayım, konuşamayacağım" demiş, telefonu kapatmış. Sonraki aramalara da cevap vermemiş. Telaşlânmışlar.

Annem, üzerinize afiyet, İzmir'de ve yalnız yaşıyor. Yanına yardımcı birisini alalım türünden çabalarımızı küçük vücut çalımları ve feyklerle atlatmayı başarıp, yalnız yaşamaya devam ediyor. Yaşı 85'in üzerinde. Tabii belli sağlık sorunları var.

Ağabeyim "komşunun telefonu varsa sen ara; ben de yola çıktım, gidiyorum" dedi. Burhaniye'de yaşıyor kendisi ve 1, 5 - 2 saatte annemin evine ulaşabiliyor.

Komşuyu aradım. Genç bir hanım ve eşi yaşıyorlar yan dairede. Eşi, o aynı evdeki 30 yıllık komşumuzun oğlu. Ben tanıdığımda ortaokula gidiyordu. Annesi öldükten sonra da babası ile birlikte o evde yaşamaya devam ediyorlar. Kızcağıza "Annemin telefonu cevap vermiyor bir kapıyı çalar mısın, lütfen?" dedim. Gitti, kapıyı çaldı. Cevap yok!

Acaip tedirgin oldum. Allahtan zemin katta yaşıyorlar. "Bahçeye çıkıp balkondan bakayım ağbi" dedi sağ olsun. Arkaya dolaştı, ben de canlı yayından takip ederek operasyonu yönetiyorum:

- "Panjurları açık, balkon kapısından gireyim mi?"

- "Okey, gir…"

Birden panikledi kızcağız. "Aaa, abi! Teyzeye bir şey olmuş, sandalyede baygın oturuyor. Dur ben kapatıyorum" dedi ve ses kesildi.

Hoppalaa…

Bir dakika filân bekledim, sonra annemin ev telefonunu aradım. Kız açtı. Panik halde çığlık çığlığa bir şeyler anlatıyor.

Uzatmayayım, annemin -doktordan duyduğum şekliyle söylersek- "solunumu son derece yüzeyel, dudakları morarmış, beti benzi atık ve bilinci yok vaziyette" sandalyede oturmakta olduğunu öğrendim.

Hemen ambulansa haber verildi. O anda hayat tecrübesi devreye girdi ve adeta ordinaryüs profesör kesildim. Kızcağızdan rica edip bazı küçük müdahaleler yapmasını sağladım. Arkaya kaçan dilini öne çekti sağ olsun. Paniklemesin diye "Kızım panikleme, bir şey olduysa oldu zaten, kendini üzme…" filân diyorum ama gel gör ki, benim de elim ayağım kesildi.

Bu arada aynı anda üç telefondan biraderlerle konuşuyorum, ambulansla gelen doktorla konuşuyorum, komşu kızla konuşuyorum. Dilim damağım kurudu. Ne olduğunu anlayamadan annemi ambulansa koydular götürdüler. Allah razı olsun, apartman görevlisi de gitti onunla. Komşudan rica ettim, o da kapıyı pencereyi kilitledi.

Bu arada bir uçak bileti ayarladım. Diğer ağabeyim de arabayla yola çıkmış. Koştur koştur havaalanına gittim, uçağa atladım. Uykusuzluk ve yorgunluktan bitik durumdayım zaten. Bir de streslendim ki, sormayın gitsin!

İzmir'e indim. Hemen ağabeyimi aradım. "Annem devlet hastanesinin acilinde imiş. Biraz kendine gelmiş ama ne olduğu anlaşılamamış. Tetkik ediyorlarmış" dedi.

Ben de gittim. Oradaki doktorlarla tanıştık. Sağ olsunlar, çok iyi davrandılar. İlgilendiler. "Tetkik ediyoruz" dediler. Ama ne olduğunu anlamak mümkün değilmiş henüz. Annemin de bilinci açılmaya başlamış. Fakat hâlâ saçmalıyor. "Gömleğinin yakası kirlenmiş, çıkar şunu da yıkayayım" diyor yattığı yerden.

Biz "eve gidelim de, anneme pijama-çamaşır alalım" filân diye ağabeyimle eve bir gittik ki, anında eksik parçalar tamamlandı ve bulmacayı çözdük.

Efendim, kapıyı açtık. O ne? Kokudan içeri girilmiyor. Kokuyu tanıyorum ama tam ne olduğunu anlayamadım. Yoğunlaştığı yöne doğru (banyoya) yaklaşınca olayın müsebbibini gördük.

Bizim yaşlı temizlik kumkuması, sen kalk lavabodaki kireçlenmiş kısmı temizleyeyim diye önce kireç çözücü bir sıvı dök lavaboya. Sonra, o kesmemiş, üzerine bolca çamaşır suyu dökmüş. Daha sonra da sıcak su musluğunu açınca, çıkan buhar akciğerinde ve solunum yollarında dehşetli bir spazm yapmış.

Kendini fena hissedince gitmiş sandalyeye oturmuş. O sırada -şans eseri- halam aramış telefonla, fakat bizim valide konuşamayacağını anlayınca "fenalaşıyorum" deyip telefonu kapatmış. Sonra da kendini kaybetmiş. Daha sonrası, yukarıda anlattığım gibi.

Hemen hastaneye koştuk. Durumu oradakilere anlattık. "Toksik İnhalasyon Sendromu" diye janjanlı bir teşhis konuldu. Her ne ise artık. Solunum ile ilgili tedaviler yapıldı. Bu arada annem yavaş yavaş açıldı, kendine geldi. Tomografi filân derken gece yarısını bulduk. Anneyi taburcu ettik. Eve geldik. Ben yastığa çeyrek kala sızmışım.

Ertesi gün üç biraderden ortancamız, anneyi alıp Ankara'ya götürdü. "Ya bir şey olursa" korkusu günlerce devam etti tabii. Solunum sıkıntısı 10 gün kadar sürdü. Şimdi daha iyi. Dün sabah da İstanbul'a bize geldi. Hanıma söyledim, temizlenmesi gereken lavabo filân varsa, anneme söyleyecek. O iyi temizliyor.

O günden beri kimi görsem, televizyon doktorları gibi ayak üstü öğüt veriyorum:

- "Aman dostlar, aklınızda olsun o çamaşır suları ve kireç çözücü solüsyonlar filân var ya! Hele sıcak su ile karışınca, acaip toksik bir buhar çıkartıyorlarmış. Penceresi, kapısı kapalı banyo gibi ortamlarda, adeta harp silâhı valla. Ölümcül olabiliyorlarmış, biliyor musunuz?"

Hayat dersleri:

Madem bu kadar şey öğrendim, mutlaka paylaşmalıyım:

Efendim, birincisi ve en önemlisi, yaşlılarımızın "Yanıma yardımcı istemem, sizin de yanınıza gelmem. Ben kendim hallediyorum işlerimi" şeklindeki dirençlerini mutlaka kırmak lâzım. Bunun nasıl yapılacağını bilen varsa bana da lütfen söylesin.

İkincisi, bildiğimiz su ve sabun dışında temizlik maddesi kullanacak olursanız, benim validenin başına gelenlerin sizin de başınıza gelebileceğini sakın haa unutmayın. Çıkan buhardaki gaz karışımı, soluk borusu mukozasını yakıp, solunumunuzu durdurabilirmiş ve ölümcül olabilirmiş. Aman ha, dikkat!

Son olarak da, uykusuz bir şekilde yapılan koşuşturmalı ve yorucu yolculukların üzerine stres de binince, fena hasta olunuyor. Tam iki hafta süre ile üzerinize afiyet grip olup yorgan döşek öyle bir süründüm ki, düşman başına.

Yorumlar

Yazıyı okuyunca aklıma çocukluğumda annemin sırtımı Tursil'le yıkayışı geldi. Sırtım dönüktü görmedim tabii ne kullandığını ama bir anda tüm derim cayır cayır yanmaya başlayınca şüphelendim ve sordum ne kullandığını.

Kandırmaya çalıştı önce, "sabun" falan dedi ama inanmadım ve banyodan kovdum. O günden sonra da asla sokmadım onu banyoya. Zaten bir yerlerim büyümeye başlamıştı artık. Anneye sırt sabunlatma zamanım geçmişti.

Daha sonra "ne sürdün o gün sırtıma" diye sıkıştırınca itiraf etti. Bir arkadaşı çocuklarını deterjanla yıkarmış, tertemiz olurmuş sıpalar. Bizim valide de Fatmaanım Ansiklopedisi'nden öğrendiğini kendi çocuklarında uygulamaya girişmiş tabii.

Neyse ki ilk bende denedi de başlamasıyla bitmesi bir oldu bu deneysel temizlik ameliyesinin.

Pakize Tertemiz - 24 Mart 2013 (16:15)

Meslek sebebi ile benzeri hadiselerle sıkça karşılaşıyorum. Yok, zehirlenme değil sık gördüğüm. Yaşlıların yaşla beraber artan söz dinlemezliği mevzu bahis olan. Doksanını ikmal etmiş, inat ile yalnız yaşayan teyzeler var. Bakıcı tekliflerini de 'o gâvur pişirdiği yenmez, onlar hırsız olurlar, beni öldürüp paramı alır' bahaneleri ile reddediyorlar. Çocuklara da devamlı yoklamak, çevredeki komşuları yollayıp baktırmak, gece yarıları anne rüyaları ile uyanmak düşüyor.

Huysuz ihtiyar olma planları yapan birisi olarak kime hak vereceğimi bilemiyorum. Geçmişler olsun. Teyzemizin ömrüne ömür katılsın.

Ahmet Faruk Yağcı - 26 Mart 2013 (21:39)

Pakize hanımcım, yoksa validelerimiz arkadaş mı? Tursil'le yıkamışlığı vardır bizim Fatma'anımcığımın bizleri de. Demek ki o yıllarda otomatik çamaşır makinası filân olsa derilerimiz külliyen soyulabilirmiş maazallah!

Figen Susmaz - 26 Mart 2013 (23:08)

Her şey bir yana, annenizle ilgili kısmı soluk almadan okudum, geçmiş olsun, tekrarı olmasın dilerim. O direnci mutlaka kırın cümlesine kesinlikle katılıyorum. Beyin ve vücut eşzamanlı olmadığında aradaki boşluğa düşüp, bazı şeyleri fark edemiyorlar. En iyisi ne derlerse evet deyip, yalnız bırakmama kararını mutlaka uygulamak.

Kimyasalların suyla etkimesi konusunda açıklama ve bilgilendirme için de ayrıca teşekkür ederim. İlk okullarda kimyanın girişi olarak anlatılması gereken, akılda kalıcı şeyler olmalı derim hep bu yüzden. Aklımda olacak, herkese de göndereceğim yazıyı.

Son olarak, size de geçmiş olsun, iyi istirahatler. Bazen en iyisi kesintisiz güzel bir dinlenmedir.

Hülya Yalçın - 28 Mart 2013 (02:12)

Söylemeden geçemeyeceğim, bizde bu ürünlerin üzerinde açıkça yazar: Asit veya baz, artı non-iyonik madde… Bu non-iyonik maddenin ne olduğu pek de meçhuldür hani, kimseler bilmez.

Ancak hatırlatma ve yaymakta fayda var: Kullandığınız ürünler güçlü ve aktif bileşikler içerir, büyük bir kısmı asitler ve bazlardan oluşur. Bunların etkileşimlerini bırakın kendi buharları bile tehlikelidir.

Bir de şu var: Lavabo açıcısı olarak satılan şey %99 sodyum hidroksit (kostik) tir. Bu gibi kuvvetli asit veya bazların üzerine su eklenmez, patlar mazallah. Ama kullanım şeklini okuyunca ne görürsünüz? "Üzerine bolca sıcak su dökünüz…"

Buyurun buradan yakın.

Merham Foral - 9 Nisan 2013 (14:52)

diYorum

 

Mustafa Muammer Elöz neler yazdı?

54
Derkenar'da     Google'da   ARA