Patronsuz Medya

Ahali mazbut, memleket berbat

Mustafa Muammer Elöz - 14 Haziran 2016  


Aziz dostum, sana ne zamandır üç beş satır yazmak istiyordum.

Neredeyse her akşam sana düşüncelerimde, klavyeye aktarılmayan mektuplar yazıyorum. Sonra, ertesi sabah, buruşturulup atılmış kâğıtlardaki metinleri bir araya getirmeye çalışır gibi düşüncelerimi toparlamaya, önceki akşam aklımdan geçenler neydi diye hatırlamaya çalışıyorum.

Olmuyor.

Akşama aynı terane tekrar… Canım sıkkın!

Sanırım hepimizin canı sıkkın.

Zaten fazla televizyon seyretmezdim. Hele haberler, açık oturumlar, haber programları göğsümü sıkıştırıp, nefesimi daralttığından açılmaz bile bizim evde. Şu sıralarda televizyonun semtinden geçesim yok.

Arada sırada gazetelere bakıyorum. Saçı başı ağarmış kelleşmiş halimle kızıp söylenmeye, hatta sövmeye başladım gazeteleri okurken.

Biz ne zaman böyle olduk? Nasıl bu kadar düşüncesiz, kaba saba, hoyrat davranır olduk? Yoksa hep mi böyleydik?

Çocukluğumdaki o mahviyetkâr, ağırbaşlı, demlenmiş, kâmil erişkinlerin yerini biz böyle mi doldurduk?

Evlâtlarını yitirmiş, içi alev alev yanan insanları daha da mutsuz etmekten zevk alırcasına, cami avlularında rahatça arsızlanabilen; o insanların son ve hazin veda anlarını burnundan getiren bu vahşi kalabalıkla aynı ülkede mi doğdum büyüdüm yaşadım ben?

Bu ne sefil bir dönüşüm? Nasıl korkunç bir girdabın içerisindeyiz?

Bir yandan da hayat, İstanbul'da (muhtemelen o ateşler içerisindeki şehirler dışında tüm ülkede) kayıtsızca sürüp gidiyor. Ben de dahil herkes hiç bir şey yokmuş gibi yaşamaya devam ediyoruz. Alışveriş merkezlerinde, lokantalarda, kafelerde, spor salonlarında yaşam aynı tempoda sürüyor.

* * *

Mevsim bize burada "yaz çat diye geldi mi yoksa bir türlü gelemedi mi" ikilemini yaşatıyor. Bir bakıyorsun üzerindeki gömlek de fazla geliyor, ter içerisindesin; bir bakıyorsun ceket giymeden çıkmak mümkün değil gibi. Arada sırada yağmur yağıyor.

Sabahları çok erken çıkıyorum evden. Serin oluyor. Yolum da az değil; sabahın çok erken saatinde bile en az 35-40 dakika sürüyor. Radyoda önceki günün olaylarını dinlemek gafletine düşersem yağmur yağmasa bile ruh halim karanlık, kasvetli, depresif bir hal alıyor.

Sen buralardan gittiğinden beri kaç mevsim geçti bilmiyorum ama İstanbul'da trafik senin hatırladığın gibi değil dostum. Artık şizofren bir hayat sürüyoruz trafik sayesinde. Şu akıllı telefonlar var ya, hani yürüdüğün mesafeyi ne kadar zamanda yürüdüğünü gösterebilen uygulamaları olan; işte bazen yürüyüş yaparken bakıyorum, normal tempomla 20-25 dakikada yaklaşık 3 kilometre yürüyebiliyormuşum.

Geçen hafta sonu Bağdat caddesinde arabayla 600 metrelik mesafeye 18 dakikada gidebildim.

* * *

Bağdat caddesi dedim de, oralar artık toptan şantiye aziz dostum! Sarı damperli kamyonların piyasa yaptığı bir yer oldu cadde ve çevresi. Piyasa yapmak dediysem, sakin sakin gezinmek değil elbette. Tozu dumana katıp, çevredeki araç, gereç, malzeme, canlı, cansız her türlü varlığa zarar vererek ordan oraya koşturup gidiyorlar. "Kentsel dönüşüm!" Havalı adını sevsinler yapılan vodvilin. Güya deprem tehlikesine karşı riski yüksek alanlardaki çökme ihtimali olan binalar elden geçirilecekti ya… Ha ha haa, yüksek sesle güldüm burada.

Ne kadar da çok meraklısı varmış oturduğu apartmanı yıkıp yerine yenisini yapma furyasının. Şu sıralar milli spor gibi bu iş buralarda dostum!

* * *

Annem hastalandı bu yıl iki defa. Yaşlandı artık. Bir asıra 9 kaldı (maşallah diyeyim). 3-4 ay arayla iki defa hastanede yattı. Derlenip toparlanıp çıkıyor, bir süre sonra eski tas eski hamam. İzmir'deydi biliyorsun. Yardımcı ile de olsa, artık olmuyor. İstanbul'a taşıyacağız onu.

Başlı başına sorun tabii bu iş. Bir yandan o yaştakileri alıştığı ortamdan ayırmanın zorlukları var, bir yandan gene o yaşın getirdiği hem fiziksel hem zihinsel kısıtlılıklar. Hepimiz İstanbul'dayken onun yalnız başına İzmir'de olmasına da içimiz elvermiyor.

Evini kiraladık; boya, badana, tadilât bitti. Şimdi onu taşıyıp getirmede sıra.

* * *

Güzel şeyler de var.

Oğlumuz ODTÜ'de ilk yılını tamamlayıp tatil için geldi.

Ankara'ya zaten soğuk ve mesafeliydim. Bir de -geçici süre için bile olsa- oğlumu aldı şu sıra, iyice kılım artık.

Bir arada olup, bir şeyler yapıyor olmak çok güzel tabii.

* * *

Ne çok dertlendim, ne çok kendimden, İstanbul'dan bahsettim. Sizler nasılsınız? Hayat nasıl oralarda?

Umuyorum her şey yolunda, keyifler yerindedir.

Özledik sohbetini.

İstanbul'a yolunuz düşmüyor mu, bir fırsat yaratıp gelirseniz haberimiz olsun lütfen. Bir araya gelelim, hasret giderelim.

* * *

Bak bu gün aklımdan geçenleri döktüm kâğıda. Aklımdan geçtiği şekilde yazdığım için de fikir uçuşmaları halinde oldu.

Sürç-ü lisan ettikse affola. Kal sağlıcakla.

Yorumlar

Değerli Muammer beyciğim;

Sadık bir okurunuz ve muhibbiniz olarak, öncelikle bu kadar seyrek yazıyor olmanızı sitayişle (pardon, serzenişle) karşıladığımı bilmenizi isterim.

Saniyen, bu değerli yazınızın yüreğime dokunduğunu, bu hissiyatımı sıcağı sıcağına dile getirmeme engel teşkil eden şeyin ise, zatıalînizin de bizzat belirtmiş olduğu bıkmış ve iğrenmiş ruh haleti olduğunu eklemek isterim.

"Sözün bittiği yerdeyiz" demek istemiyorum tabii ki. Söz bitmez, lâkin sözün bu kadar foseptikle karışıp kontamine olduğu bir dönemde insanın kendi suretiyle bile konuşası gelmiyor. Söze -ve öze- saygımızdan olsa gerek, mani oluyor halimi takrire hicabım.

Salisen, bu mektubu yazdığınız aziz dostunuz kimdir, bilemiyorum, ama eğer izniniz olursa, eşime dostuma sanki bana hitaben yazılmış gibi okumak istiyorum.

Halisane duygularımla, değerli dostum.

Durmuş Düşünür - 3 Temmuz 2016 (15:58)

diYorum

 

Mustafa Muammer Elöz neler yazdı?

76
Derkenar'da     Google'da   ARA