Patronsuz Medya

Meme

Sedef Özkan - Nisan 2004

Künye - Sedef Özkan, ninnikabusninni, Toroslu kitaplığı, Birinci baskı, Nisan 2004, sayfa 53-58  


Her gece rüya değil kâbus olmuştu memeler… Onlara dokunmak için tüm makalelerimi bağışlayabilirdim. Sonunda memelere, hacı olan babası yüzünden ulaşamayacağımı anlayınca, özgürlüğümü bağışladım; evlendim.

Memeyle evliliğim bir cinnetti. Düğünde onu köşeye sıkıştırıyor, ovalayıp duruyordum. Meme birileri görecek diye renkten renge giriyor ama zevkten de köşeleri dörtlüyordu. Gözüm memeden başka bir şey görmüyordu; evlendiğim yaratığın saçı, gözü, beyni var mıydı, şimdi bile hatırlamıyorum. O; memeydi ve hep öyle kaldı.

İlk gece kaç saat onlarla oynadığımı bilmiyorum. İkisi arasında gidip geliyordum; haksızlık yapmak istemiyordum, ilgiyi eşit dağıtmalıydım. Memeleri emmekten ağzım yorulmuştu, dişlerim gıcırdıyordu. Allahım böyle bir mutluluk bana bahşettiği için, bıyık bırakabilir aynı zamanda bacaklarıma ağda yaptırabilirdim. Yeter ki meme benim olsun; ölürüm de döneklik etmem.

Cinselliğe bakışım da değişmişti; sürekli iki meme arasında boşalıyordum. Normal bir birleşme nasıldır, hatırlamıyordum bile… Hacı babasından gün yüzü görmemiş karım, "gaç ay oldu, hâlâhamile galamadım, neden acep?" diye sızlanıyordu.

Eski alışkanlıklarımdan eser kalmamıştı. Önceleri iş çıkışı bara gider, biraz ense yapardım. Yeter ki canım istesin, eğer o gün eve tek gitmek istememişsem, düet takılmakta hiç zorluk çekmezdim. Doğrusu artık beni kadınlarla muhabbet çok çekmez olmuştu. Erkeklerle de öyle aslında… Konuşmaktan daralıyordum… Barlarda bu nedenle en sessiz, sakin kadını seçerdim. Sessiz, sakin ve elbette güzel… Özellikle gözler, dudaklar ve bacaklar… Sadece anamın memesini emdim demiyorum ama inanın daha önce, yemin ederim, meme saplantım falan yoktu!

Her şey bir araba kazasıyla başladı. Kaza sonucu, son iş transferinden elde ettiğim şahane sıfır kilometrelik yaratık sadece beni kurtarabildi, kendini feda etti. Böylece, biraz zorunluluk, biraz nostalji, o sabah kendimi vapurda buldum. Rastlantı bu ya, eski ev sahibimle yan yana oturmamış mıyım?

Hacı bey hiç değişmemiş, nur yüzü iyice yeşilleşmiş, televizyon işine bile girmiş; pankreas güreşçilerinin sliplerini nasıl sansürlediklerini anlattı da ağzım açık kaldı… Kapanmasına da fırsat kalmadan, gözüm bir tepeciğe kaydı… Kara, pürüzsüz bir tepecik… Ağzım açık, gözüm tepecikte, Hacı Bey beni silkmede, ben hâlâtepeciğin profilinde…

Hacı bey, 'güreşçiler', 'sansür', 'eşhedü, meşhedü', 'çay parası', 'en umman kanal', 'işim de içim de rahat' falan derken tesbihinin gözüme girmesiyle ayıldım. Hacı bey yemyeşil bana bakıyor, koca burnu neredeyse ağzımın içinde.

Geri çekildim ve tepeciği memesel açıdan görme bahtına, bahtsızlığına, ne derseniz deyin işte, erişmiş (ama girişememiş) oldum. Hacı, memenin bacağını dürttü, "kalk kız, yürü hadi" dedi. Beynimde çaprazlama fişekler; eski evimi, Hacı beyin hacca uğurlanışını, yanındaki sıska, sümsük ve sümüklü kızın ağlayışını anımsadım. Annesi, kızı bir taraftan pataklıyor, bir taraftan da şaşaa içinde kocasına dualar okuyordu.

Nevrim dönmüştü. "Biraz daha otursaydınız" deme gafletinde bile bulundum. Hacı bey son bir "lâ havle" çekti, döndü, memeyi de itip kakıp gitti.

Oturduğum yerde kaldım.

Kaldım.

Kaldım.

Meme

Meme

Kaldım.

Meme-yedim-meme-yedim-kaldım.

Sonraki bir kaç günün nasıl geçtiğini bilmiyorum. Kadınların gözleri, patronumun ensesi, köpeğimin kulakları, arabanın aynası, annemin pabuçları, anahtar deliği, gazetedeki köşemin adı… her şey, her şey memeydi. Biraz aklımı topladığımda memenin telefon numarasını buldum. Ertesi gün de cumaydı. Titredim, namaz vakti sevgili babası nasıl olsa evde olmayacaktı; boyunduruk altına sokamayacağı saatler… karısı lak lak kadının tekiydi; nasıl olsa bi komşu kapısındaydı…

Boyunduruk lâfına çok dakılmış olmalıyım ki, rüyamda Hacı bey boynuma tasma takmış, İstanbul sokaklarında beni dolaştırıyordu. Dört ayak, pardon, iki ayak iki el üstünde peşinden sürükleniyordum aslen! Ara sıra havlama ihtiyacını karşılamak üzere ağzımı açtığımda ancak memelemek fiilini gerçekleştiriyordum. Memeyse, bir Galata kulesinin tepesinde, bir ayın yanında, (görüntüyü bi düşünün allah aşkına!) bir kuyrukta, bir Gülhane Parkı sakinlerinin arasında, kâh Medya İmparatorluğu semalarında, kâh Süleymaniye'de görünüp duruyor, memelememin şiddetini attırıyordu.

Sabah ayıldım mı, yoksa hep baygın mıydım idrak edemedim. Hayır, hiç bir şey beni yıkamazdı; önce işemeliydim, sonra işe mişe gitmeyecektim.

Tuvalette yine kendimi kaybetmişim. Baş belâsı damdan damlayan sular yüzünden birden bire gözüm açılıverdi ve kendimi oral mastürbasyon secde ederken buldum. Uçkuruma meme diye saldırmış olmalıyım. Memeyi değil, Hacı efendiyi düşünmeliyim, belki o zaman yola gelirim; hacca filân giderim, kefaret oruçlarımın hepsini tutar, (kahretsin, bu yaşam boyu açlık grevi demek!) part time namaz da kılarım, nedir düştüğüm bu haller! Köpeğim karşıma geçmiş anlamlı, anlamlı bakıyor, patileriyle de pipisini korumaya almış… Kahretsin, nasıl unuttum, telefon, evet, telefon etmeliyim…

Telefon numarası evin değişik yerlerine post-itlenmişti. Köpeğim tatlarını beğenmiş olacak; numaraları yalayıp duruyor. "İt, dur!" dedim, hayvancağız anında durdu. Hayvanlar hayvanlıklarını bilmeli! Ona hep "it" derim.

Soğuk terlerin ötesine geçerek, memeyle özdeşleşen telefon numarasını, uzun voltalar sonunda çevirdim.

- Alo

- Hee…

- Şey, ben… eski kiracınızım. Hani en son vapurda karşılaşmıştık, anımsadınız mı?

- Ne?

- Şey, hani vapurda, eski kiracınız…

- Bilmim…

- Bakın, sizi görmek zorundayım.

- Olmez.

- Ben eski kiracınızım. Size meğer borcum kalmış, onu vermeliyim.

- Babem bilir.

- Ne olur izin verin, sizi göreyim…

- Olmez.

- Bana yardım edin, lütfen, ben hani eski kiracınız… şeyyy… alt alta otururduk, hep burnunuz akardı, ayy ne sevimliydiniz…

- hii, hii, hiii…

- Yine akıyor mu yoksa? Aman grip aşısı olun…

- Piki.

- Sizi görebilir miyim?

- Olmez.

- Benimle evlenir misiniz?

- Babem bilir.

- Bu akşam gelsem?

- Bilmim…

- Şimdi çıkabilir misiniz?

- Babem gelcek.

- Kaçsanız…

- Ayyy…

- Kaçmaz mısınız?

- Olmez.

- Sizin hiç arkadaşınız yok mu?

- Vaaaa…

- Onunla çıkın.

- Olmez…

Bu azaba daha fazla dayanamadım. Memeye ulaşmalıydım. Benim olmalıydı. Bu kadının sesi aramıza giremezdi. Sadece meme ve ben… Hacı bey, evet, ondan Allah'ın emri, peygamberin kılıcıyla istemeliydim aptal kızını. Her şeyi yaparım; tüm yazılarımda Hacı beyin televizyonunu överim… Genel yayın yönetmenim, annem, eski sevgililerim… Sizleri seviyorum ama gerçek çizgimi buldum. Yıllardır aradığım patlamayı yaşıyorum. Artık yazılarım meme ve memeyi bana verecek Hacı bey için… Gerekirse hacı beyin televizyonuna da çıkarım; kravatlarım millete feda olsun…

Akşama bu iş bitmeliydi. Memeyi ya emecektim ya kesecektim. Sakinleşmiştim de… Şimdiye kadar istediğim her şeyi elde etmiştim… yaşamımın gerçek anlamını bulmuşken, onu kaybetmek bana yakışmazdı… Asla! Meme benim olmalıydı! Acilen! Rahmetli babam bana, erkekliğime güvenmemi öğretmişti; görkemli pusulam hiç şaşmazdı.

Müstevlilerin siyasîemelleri beni hiç ilgilendirmiyordu. Vazgeçemediğim tutkum, bir tanem (pardon, ikibenim) için taarruza geçme zamanı gelmişti. Ve sonunda Hacı beyin evine konuk oldum! Cemaatlerine katıldım; 'Günümüz İran Modası'na Estetiksel Yaklaşım' yazı dizisi, 'Yeşil Başlı Gövel Ördek' retrospektifi, 'Okul Öncesi Çocuklar İçin Dini Fıkralar' çalışması ve daha birçok ulvî icraatın, bizzat içinde bulundum. Bulundum da duruldum, duruldukça memeledim. Memenin her kahve getirişinde inledim. Bu arada 'Yeşil Başlı Gövel Ördek' retrospektifini hazırlarken gösterdiğim inanç ve mukavemet, takdire şayan bulundu ve cemaatimizde ödüllerle şereflendirildim.

Ve meme benim oldu.

Benim, sadece benim.

Köpeğimin dik dik (hem gözsel, hem pipisel) memeyle muhatap olduğunu anlayınca, "it, pencereden atla" dedim. Atladı.

Eve kimseyi sokmadım.

Memeyi de dışarı çıkartmadım. Sadece bir gün, kahretsin, bir gün… hayatımı değiştirebileceğini düşünemediğim 'o' gün…

Çok zamanlardan sonra, bir gün eve döndüğümde, meme, ikinci kez zile basmadan sonra bile kapıyı açmayınca panikledim. Zile dokunur dokunmaz, meme bana kendini gösterirdi oysa… Üç, dört, beş… kapı açılmadı. Terler boşalmaya başladı her gözeneğimden; ya meme kaçıp gittiyse, ya bir daha gelmezse…

Anahtarımı çıkartmak aklıma geldiğinde, daha de tedirgin oldum. İçeri girip onu bulamamaktan korkuyordum. İlk kez, evet, ilk kez böylesine korktum.

Antre, mutfak, salon… yoktu… yatak odası, evet… evet, ordaydı işte, uzanmıştı, üstü örtülüydü, hemen onu görmeliydim, örtüyü kaldırdım; vahşet! Vahşet! Allahım ölüyorum! Meme yok! İkibenim yok! Sadece ve sadece ayaklar, bacaklar, kollar, kafa, neyse işte geriye kalan her şey var ama meme yok! Yatan şey bayılmış galiba… yatak kanlar içinde… meme yok! İkibenim neredesin?

Gözüm o sırada yataktaki bir kâğıda ilişti. Tanıdığım bir yazıydı bu:

Benden farkın, o memeyi gördükten sonra saplantının başlaması… bense doğduğumdan beri memenin peşindeydim. Annemin memesini emmediğim için isyanlarını, ağlamalarını hatırlıyorum. Ama emmedim. Kadınlarla sevişmem 'meme'mi bulma arzusundan başka bir nedenden değildi. "Sonunda onu buldum, işte bu kazağın altında benim memem var" deyişlerim, sukûtu hayalle sonuçlandı.

Karını ilk ve son olarak getirdiğin Medya İmparatorluğu'muzda, memeyi gördüğüm anda, kırk üç yıllık özlemimi yakaladığımı anladım. İşte karşımdaydı. Ve benim olmalıydı.

Davranış bozukluklarının nedenini bir tek ben algılayabiliyordum. Geçmişini araştırdım, açıklarını yakaladım. (şu anda imha etmiş olsam da, meslek yaşamını sona erdirebilecek üç dosyan vardı elimde.) Ama memeye ulaşmak için, bunların hepsi kifayetsizdi.

Tek yol buydu. Senin adına üzgünüm. Onunla sonsuzluğumu yaşayacağım.

P.S: Medya İmparatorluğu'muzda, benim yerimi alman için tüm işlemleri gerçekleştirdim. Koltuğum senindir, meme de benim…

Kağıt parçası elimde donakalmıştım.

Meme gitti.

Meme gitti.

Ama galiba o, memeyi benden daha fazla hak etti. Çarçabuk kendimi toparlamam gerekiyor. Yarın çok yoğun bir gün ve rahat bir koltuğum olacak…

diYorum

 

62
Derkenar'da     Google'da   ARA