Patronsuz Medya

Yazın Sanatının Geldiği Yer

Kemal Tahir - 1969

Künye - 1969 yılında Kemal Tahir ile yapılan Türk Edebiyatı ve Yazın Sanatının geldiği yer üzerine söyleşi
Gönderen: Deniz Türkoğlu  


Yazınımız bunalıma girmiştir, doğru. Yirmi otuz yıl öncesine bakarak okuru yitirdiği de bir gerçektir. Bunun birkaç nedeni var.

Küçük adam bunaltısı:

Bütün dünyada olduğu gibi bizde de "küçük adam" bunalır. Her şeyden önce küçük olduğu için bunalır. Ama ayrı temellere dayanan toplumların küçük adamlarının bunaltı sebepleri eğer salt "küçüklükten" gelmiyorsa, başka başkadır.

Batının küçük adamı şartların artık değiştiğine akıl erdiremediği için ya da akıl erdirmek istemediğinden, büyüklere -yani sömürenlere- katılamadığı için, kendinden daha aşağı gördüğü çalışan kitlelere karışacağından korktuğu için bunalır.

Bu da bir bunaltıdır ama, pis bir bunaltıdır. Acımaya değmez. Namuslu yazarlarca acımalı kılınması gerekmez. Yazarlarımızdan önemli bir bölümü, bu batılı küçük adamın bunaltısını, olduğu gibi alabiliriz sanmışlar, kopyalamışlar, işin iç yüzünü bilemedikleri için anlamsız bir cıvıklığa düşmüşlerdir. Oysa bu batılı "küçük adamın" da dramı yazılmalıdır ama, gerçek iç yüzüyle, onun sömürüye hasret çeken rezilliğiyle yazılmalıdır.

İkinci bunalım:

Batı küçük adamının İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra tutan bir ikinci bunalımı daha vardır ki, birinciden daha pis daha rezildir. Bu bunalım insan kanı içen, çocuk eti yiyen faşizme, bu küçük sefilin, biraz korkudan biraz da yatkınlığından, taraftar kesilmesi suçluluğudur. Bu taraftarlık batıda bağışlanmaz bir suçtur, çünkü, orada gelişen faşizmin ne biçim bir namussuzluk olduğu halklara yıllarca anlatılmıştır.

Batının küçük adamı bu bağışlanmaz suçun vicdan acısını çekmektedir. Bu hak edilmiş acıyı, saf okurlara, onurlu insan bunalımı gibi yutturmaya çabalayan batılı yazarların utanmazlığı da bizim bilgisiz yazarlarımızca kopya edilmek istenilmiştir. Bu bunaltı bizde temelsiz kaldığı için okurlar sulu sepken ağıtlardan hiç bir şey anlamamışlardır.

İyi ki anlamamışlardır. Batıda hile yapılmasaydı, bu küçük bunalımlar gerçek temellere oturtulsaydı, gene de birçok yararlı hikâye, birkaç büyük roman çıkardı. Ama bu işi üstlerine alanlar da o korkunun ve o suç ortaklığının içindeydiler. Daha beteri, doğulu toplumları hâlâ aldatabileceklerini umuyorlardı. Aldatanlar da olmadı değil… Söz gelimi bizde bir takım bunalım hikâyecileri…

Bizde "küçük adam" ve onun "bunalımı" yok mu? Var. Bu kadar küçük adam bunalımı yazıldığı halde biz daha kendi küçük adamımızın neden bunaldığına akıl erdirmek değil, yaklaşamadık bile… Çünkü hikâyecilerimiz, hatta birkaç da roman, kendimize yaklaşmaya çabalayacaklarına, batıdakilerden alıp aşırmayı daha kolay sandılar. Bizim küçük herifle bunaltısı yazarını bekliyor.

Günlük olayları, pencereden sokağa bakarak dış görünüşleriyle yazmak:

Küçük yazarımızı bunalıma götüren bir kaytarmacılık da budur. Bu yol da, çok kolay sanılarak, rahatlığı için tutulmuştur. Günlük olayları pencereden bakar gibi dış görünüşleriyle yazmak diye bir sanat kolu ve çeşidi olamaz. Pencereden bakıp dış görünüşleriyle günlük olayları yazıyor sanılan "büyük-dahi" sanatçılar ve bunların yazdığı sanat şaheserleri vardır. Kolaya kaçmak için işe girişmiş, gördüğünü yazdığını sanan gündelik olay yazarları, gündelik olayları idrak edebilir mi ki, yazabilsinler? Rastlantıyla idrak etmiş gibi yazmış da olsalar, bunu okuyucular nasıl kavrayabilir?

Eğer bunu okurlar kolay kavrıyorlarsa, yazarla okur arasında hiç bir sanat üstünlüğü, hiç bir fark yok demektir ki, burada sanatçı için en büyük tehlike baş gösterir. Bu da giderek okurların sanatçıyı sanat eserlerinde geçmeleridir. Böyle kolaya kaçan yazarlarımızın bir çoğu da, acıdır, yetersizlikleri ve tembellikleri yüzünden okurlarının ardında kalmışlardır. Bu hal herhangi bir sanat kolunun bunalıma düşmesi için tek başına yeter.

Yanlış anlaşılmış ve yanlış uygulanmış sosyal gerçekçilik:

Doğada ve toplumda sanat için haphazır hiç bir şey ve hiç bir olay yoktur. Bu açıdan bakıldığında sanat gerçeği elbette değişik olacak, doğadan veya toplumdan olduğu gibi alınıp kullanılamayacaktır. Sosyal gerçekliğin dayandığı temel de budur.

Ama sosyal gerçekçiliğin uygulanması, politikacılarca yanlış anlaşılmış ya da bilerek yanlışa sürülmüştür. Bunlar sanatı kendi geçici meselelerine yardımcı olarak kullanmayı istediklerinden, kendilerini sorumlu gördükleri konularda, olaylarda, fikirlerde, sanatçıdan gerçeklere bakarken, onu kendi çıkarlarına göre değiştirmesini istemişlerdir.

Bir kısım sanatçılar yetersiz olduklarından ayrıca politikacıların temsil ettikleri rejime gerçekten bağlı bulunduklarından bunu zorlama bile saymamış, isteneni yapıp -yani başını sallayıp- maaşlarını almışlardır.

Bir kısımları hiç bir şeye inanmadıkları halde sosyal gerçekliğin getirdiği kolaylığı kendi kaytarmacılıklarına ya da yaranmadan yaşayamamak korkularına uygun bularak, bu işe çok ayıp bir biçimde koşulmuşlardır. Bizim yazarlarımızın bazıları da meselenin bu kadarını bile bilmeden, doğru zannettikleri bu akımı batıdan kalıp olarak alıp bizim toplumumuza uydurmak için debelenmişlerdir.

Yazınımızın, sanat gerçeklerimizin dışına düşmesinin önemli bir nedeni de budur.

Anlamsızlık:

Gene bir batılı kandırmaca olan anlamsız sanat eserleri yapmak kaytarmacılığı da, yazarlarımızın bunalma baş sebeplerindendir. Anlamsızlık için hâlâ geçerli bir söz vardır: "Anlamsız eserin de bir sahibi vardır, sahibi budaladır…"

Dil sadeleştirilmesi:

Yüzde yüz yerli belâdır. Faydalı iken yazarı okurundan ayıracak kadar müthiş zararlı hale gelmesi, sadeleştiricilerin ezici çoğunluğunun klâsik dil biliminden, dil zevkinden yoksun olmaları, cümle içindeki canlı kelimeyle sözlükteki ölü kelimeyi birbirine karıştırmaları, Tanzimat Osmanlıcasıyla düşünüp yazıp sonra bunu dile yerleştirilmiş kelimelerle tercüme etmeleri yüzündendir. Böylece geniş halk kitlelerinden eni konu uzaklaşan yazarlarımız kendilerini, birbirleriyle de anlaşamayan küçük bir grubun içine hapsetmişlerdir.

Bir sanat kolunda sanatçılar, çok kısa sayılacak bir dönemde bu kadar korkunç hatalar, aptallıklar yapar, hatta suçlar işlerlerse, o sanat kolunun bugün bulunduğu yerde olmasına şaşmamak lâzım.

Yorumlar

Aradan kırk sene geçmiş, dile kolay. Ancak günümüzde durum daha da vahim değil mi sizce? Bırakın yaratıcı bir kurgu ya da üslubu, anlamlı, üzerinde düşündüren bir şeyler okumaya hasretiz. Elinize sağlık Deniz Türkoğlu, Türk dili - edebiyatını sever ve okurlar için güzel bir söyleşi yollamışsınız.

Bu arada, birbirleriyle anlaşamayan küçük gurup büyüdü, sayıları arttı, niye anlaşamadıkları hususu ise, ancak magazin basınının eğlencesi, o derece yani…

Bilge Bozkurt - 24 Nisan 2011 (14:19)

diYorum

 

57
Derkenar'da     Google'da   ARA