Patronsuz Medya

Küçük Güzeldir

E.F.Schumacher - 1973

Künye - E.F.Schumacher, Küçük Güzeldir, Cep Kitapları, 1973  


Bugün üretimimize yardımcı olan sermayenin bir kısmını oluşturmak için gerçekten emek harcamışızdır; ortaya bilimsel, teknolojik ve başka bilgilerden oluşan geniş bir fon, karmaşık bir fiziksel altyapı, sayılamayacak kadar çok emtia vs çıkmıştır.

Ne var ki bütün bunlar kullanmakta olduğumuz toplam sermayenin ancak küçük bir bölümüdür. İnsanın değil, doğanın sağladığı sermaye çok daha büyüktür; oysa biz bunu sermayeden bile saymamaktayız.

İşte sermayemizin büyük bir bölümü şimdi kaygı verici bir hızla tüketilmekte; ve bu nedenle üretim sorununun çözülmüş olduğuna inanıp, böyle bir inançla davranmak intihar anlamına gelen bir yanılgı olmaktadır. (…)

Bir gelir sorunuyla değil, bir sermaye tüketimi sorunuyla karşı karşıya bulunduğumuzun farkına vardığımız an, bütün bu soruların ve yanıtların saçmalığı ortaya çıkmaktadır: Fosil yakıtları insan yaratmamıştır; yeniden devreye sokulamazlar. Bir kez tükendiler mi sonsuza dek tükenmiş demektirler.

(Sayfa 16-17)

* * *

Gelecekten konuşmak, ancak hemen şimdi bir eyleme yol açarsa işe yarar. Ama biz hâlâ "hiç bu kadar iyi yaşamamıştık" havası içindeyken, şu anda ne yapabiliriz ki?

(Sayfa 23)

* * *

Açıkça görülmektedir ki "varlıklı"lar dünyanın bir daha geri gelmeyecek olan görece ucuz ve yalın yakıt kaynaklarını soymaktadırlar.

(Sayfa 31)

* * *

Gandi'nin söylemiş olduğu gibi, "yeryüzünün her insanın gereksinimini doyuracak kadar verdiği, fakat her insanın aç gözlülüğünü doyuracak kadar veremeyeceği" doğru olsa gerektir. Süreklilik kavramı "atalarımız için lüks olanın bizim için günlük gereksinim haline gelmesi"nden sevinç payı çıkaran yağmacı bir tutumla bağdaşmaz.

Gereksinimlerin genişletilmesi, bilgeliğin karşı-savıdır. Gereksinimlerin artması kişinin kendi dışındaki güçlere bağımlılığını artırdığından var oluşsal korkularını da büyütür. Ancak gereksinimlerin azaltılmasıyla çatışmaların ve savaşların son nedenleri olan gerginliklerde bir azalma oluşturulabilir. (…) Bilim ve teknoloji, kapılarını sağduyuya açmak, hatta sağduyuyu yapılarının bir parçası haline getirmek zorundadırlar.

(Sayfa 38)

* * *

Açgözlülük ve kıskançlığı etkisizleştirmeye başlamak bile zor olacaktır. Belki önce kendimiz daha az aç gözlü ve kıskanç olarak; belki lüksün bir gereksinim halini almasına karşı koyarak; belki de tüm gereksinimlerimizi inceden inceye gözden geçirip basitleştirmeye ve azaltmaya çalışarak yapabiliriz bunu.

Bunların herhangi birini yapacak gücü kendimizde bulamazsak da, hiç olmazsa süreklilik temelinden yoksun olduğu gözle görülen ekonomik "ilerleme" türlerini alkışlamaktan vazgeçip, gariban damgasını yemekten korkmadan şiddete, yıkımcılığa karşı çalışanları elimizden geldiği kadar desteklesek?

(Sayfa 45)

* * *

Ekonomik düşünce pazara dayalı olduğu ölçüde, hayatın kutsallığını silip atar, çünkü fiyatı olan bir şeyde kutsallık olamaz. Bu bakımdan ekonomik düşünme tarzının toplumun tümüne egemen olması şaşırtıcı değildir; güzellik, sağlık, ya da temizlik gibi basit değerler bile ancak "ekonomik" oldukları kanıtlandığı sürece yaşayabilirler.

(Sayfa54)

* * *

Çalışmak, insanın boş zamanından ve rahatından özveride bulunması demektir ki, ücretler de bu özverinin karşılığında ödenen bir tazminat niteliğindedir. (…)

İşi anlamsız, sıkıcı, bönleştirici ya da sinir bozucu duruma getirecek biçimde örgütlemek, insana karşı suç işlemek sayılır; insanlardan çok mallara değer verildiğini, sevecenlikten yoksun olunduğunu ve bu dünyadaki yaşamın en ilkel yanına ruhu yok edecek ölçüde bağlı kalındığını gösterir.

(Sayfa 64-65)

* * *

Özgürlüğün yolunu kapatan, servet değil, servet tutkunluğudur; zevkli şeylerin tadını çıkarmak değil, bunun için kıvranmaktır. (…)

Modern iktisatçı içinse bunu anlamak çok güçtür. O "yaşam düzeyi"ni yıllık tüketim miktarlarıyla ölçmeye alışkındır; daha çok tüketen insanın daha az tüketenden "daha iyi" durumda olduğunu var sayar. (…)

Kesilmemiş kumaşı ustaca kıvırmakla çok daha güzel bir etki yaratılabilecekken, bugün Batı'da yapıldığı gibi karmaşık terzilik işlerine girişmek çok gayrı-iktisadî olurdu. Çabucak yıpranacak türden malzeme yapmak aptallığın âlâsı olacağı gibi, bir işi çirkin, biçimsiz ya da bayağı biçimde çıkarmak da barbarlık olacaktır.

(Sayfa 68-69)

* * *

Yenilenemez maddeler ancak başka seçenek olmadığı takdirde kullanılmalı, kullanıldığı zaman da azami dikkat ve tutumlulukla harcanmalıdır. Rasgele veya bol keseden harcamak bir zorbalık eylemidir.

(Sayfa 72)

* * *

Her şeyden önce dil gelir. Her kelime bir fikirdir. Karanlık çağımız sırasında zihnimize sızan dil İngilizce ise, zihnimiz Çince, Rusça, Almanca, hatta Amerikan İngilizcesi'nin temsil ettiğinden hayli değişik birtakım fikirlerle donanmış olur. Kelimelerden sonra onları bir araya getirmenin kuralları gelir.

(Sayfa 98)

* * *

"Size bilginin anlamını öğreteyim mi?" der Konfiçyüs; "bir şeyi biliyorsanız bildiğinizi bilmek, bilmiyorsanız da bilmediğinizi bilmek; işte bilgi budur."

(Sayfa 112)

* * *

Eğitim ne işe yarar?

Sanırım Çinliler olacak, 2.Dünya Savaşı'ndan önce, bir erkek veya kadını bir yıl üniversitede okutmanın otuz köylünün bir yıllık emeğine mal olduğunu hesaplamışlardır. Yani bir üniversiteli beş yıllık eğitim görse, mezun olduğunda 150 köylü iş yılı tüketmiş olacaktır demektir. Bunu nasıl haklı gösterebiliriz?

* * *

Eğitim, bir "ayrıcalıklı yaşam için pasaport" mu olacaktır, yoksa manastıra giren rahibin yemini gibi, kişinin halka hizmet etmek için yüklendiği kutsal bir borç mu?

Bu iki yoldan birincisi, eğitim görmüş genci Bombay'ın gözde semtlerinden birine götürmekte, kendisi gibi daha bir sürü yüksek eğitim görmüş kişilerle birlikte karşılıklı övgüler düzülen bir "ayrıcalıklılar" sendikasına katılarak, ayrıcalıklıların eğitim görmemiş olan çağdaşı kitleler içinde eriyip gitmemesini sağlamaktadır…

Bu bir yoldur.

Öteki yola ise, bambaşka bir ruh içinde girilir ve bambaşka bir ereğe götürür. Bu yol kişiyi dolaylı veya dolaysız olarak kendini 150 yıllık köylü emeğiyle beslemiş olan halkın arasına götürür; onların emeğinin meyvasını yemiş olarak, o da karşılığında bir şey vermekle yükümlü duyar kendini, bunu bir onur sorunu sayar.

Sorun yeni değildir. Leo Tolstoy'un şunları yazarken değindiği, aynı şeydir:

"Adamın sırtına oturmuşum, boğarcasına kendimi taşıtıyorum, ama ben hem kendimi hem de başkalarını temin ediyorum ki, (onun bu) haline çok üzülüyorum ve yükünü hafifletmek için elimden geleni yapmak istiyorum, sırtından kalkmak hariç."

İşte yüz yüze gelmemiz gereken ilk soru budur derim ben. Bir ideoloji (veya ne isterseniz deyin) kurabilir miyiz ki, eğitim görmüş kişileri ödenmesi zorunlu bir borç yüklenmiş saysın, yalnızca bir "ayrıcalık pasaportu" almış değil?

* * *

Şimdi belki bunun olanaksız olduğunu söyleyeceksiniz, ama eğer gerçekten böyleyse, herhangi bir evrensel yasadan ötürü değil, almaya istekli oldukları halde vermeye hiç de hazırlıklı olmayan insanların karakterine yerleşmiş bünyesel bir bencillikten ötürüdür.

(Sayfa 244-247)

* * *

Tüm öteki erdemlerin "anası" olarak tanımlanan basiret, günümüzde eş anlamlı olarak kullanılan kelimelerde tam anlamını verememektedir. Hemen kullanılabilecek ve maddî yarar getirecek bir şey vaad etmeyen her şeye sırt çeviren ve değersiz sayan, yaşam karşısında küçük hesaplı, bayağı bir tavır takınışın tam karşıtı bir anlam taşımaktadır aslında.

* * *

Basiret, hakikat bilgisinin, gerçekliğe uyan kararlara dönüşmesi anlamına gelir. Şu halde, bugün basiret erdemi üzerine düşünmek, bu erdemi geliştirmekten daha önemli ne olabilir; bu erdem ki, uygarlığımızın sürebilmesi için vazgeçilmez nitelikte olan öteki üç temel erdemin yolunu açacaktır mutlaka.

İnsanlar hep şunu sormaktadırlar: "Gerçekten ne yapabilirim?"

Yanıtı şaşırtıcı olduğu kadar basittir de: Her birimiz kendi içimize bir çekidüzen vermeye çalışabiliriz. Bu çabamızda elimizden tutup yol gösterecek olan, değeri tamamen hizmet ettiği amaca bağlı olan bilim ve teknoloji değildir; insanlığın geleneksel bilgeliğindedir aradığımız yol gösterici.

(Sayfa 356)

diYorum

 

42
Derkenar'da     Google'da   ARA