Patronsuz Medya

İnsan neden nefret eder?

Kâmuran Kızlak - 23 Eylül 2008  


Geçenlerde bir kaç yazıda "millet" ve "nefret" kelimelerini bir arada görünce, önce "memleketi yine bir histeri dalgası mı sarıyor acaba" diye epey endişelendim.

Bilindiği üzere, bir millet bir şeylerden nefret etmeye başlarsa orada bir toplumsal histeri dalgası yükseliyor demektir. Bu durumda yapılacak en akıllıca iş nefret denilen "kör duygu" ya hedef olmamak için tez zamanda memleketten tüymektir.

Yazının devamını okuyunca anladım ki böyle bir şey yokmuş. Benim korktuğumun aksine, bir "nefret etmeme" durumundan bahsediyorlarmış. Lâkin, göründüğü kadarıyla bu durum araştırmayı yapanları da, yazıları yazanları da büyük bir infiale gark etmiş. Dolayısıyla, bu infial hali bana da sirayet etti. Vebali yazıları yazanların boynuna.

O gün bu gündür, yani "halk Netekim Paşa'dan nefret etmiyor" mealindeki o yazıları okuduğumdan beri, karalar bağlamış durumdayım. Bu halk bizi bir kez daha sattı diye kahredip duruyorum.

Oysa, millet bu adamı eline bir geçirse bir kaşık suda işini görür beklentisi içindeydim. Benim bu zat hakkındaki düşüncelerimin ise halkın düşündükleri yanında epeyce hafif kaldığından endişe ediyordum. Anladım ki bu beklenti sadece benim kuruntumdan ibaretmiş. Şimdi, oturduğum yerden halka veryansın edip duruyorum. Hele biraz sakinleşeyim, belki onları kurtarmak fikrinden bile vazgeçerim.

Nefret araştırmasına konu edilen Kenan Evren'in kişiliği, yani çizdiği "Cin Ali" resimleri kıvamındaki "karikatür diktatör eskisi" portresi ile ilgilenmek bu güne kadar hiç aklımdan geçmedi. Beni sadece cuntacılık suçu, bu ülkeye ve halka ettiği zulüm ilgilendirdi. Hele, kendimi bu cuntacı başından nefret edecek kadar zavallı hiç hissetmedim.

Amerikalılar "nefret suçu" gibi bir kavram üzerinde kafa yorarken bizimkilerin "nefret etmiyoruz" diye hayıflanmaları bana çok tuhaf geliyor.

Neyse, "amuda kalkmış" vaziyette duran böyle bir konunun neresinden başlasam tam kestiremiyorum. Sanırım en iyisi en başından başlamak. Yani, biraz araştırma teknikleri konusundan söz edip sonra araştırmayı yapanların marifet zannettikleri "nefret" duygusundan bahsetsem meramımı anlatmak için daha uygun olur herhalde.

* * *

Sansasyonel yazıların yazarlar için ne kadar puan toplayıcı olduğunu ortalama bir gazete okuru gayet iyi bilir. Fakat, nasıl yapıldığı belli olmayan araştırmaları esas alarak, sorgulayıcı olmak adına yazılan aykırı yazılarların içine korkarım farkında olarak veya olmayarak manipülasyon da karışıyor.

Gördüğüm kadarıyla kamuoyu araştırması yapmak ziyadesiyle basit bir iş. Ortalama bir gazete okuru veya televizyon izleyicisi araştırmanın nasıl yapıldığına dair metodolojik incelikler hakkında kafa yoramayacağına göre, kafanıza göre bir araştırma yaparsınız ve böylece zaten baştan beri elde edilmek istenilen sonuç zahmetsiz bir araştırma ile de tasdik edilmiş olur. Elinizde milletin nabzını tutan mis gibi bir komuoyu araştırması olur. Yazılanlara kem küm edenler olursa, "görmüyor musun kardeşim, araştırma sonuçları böyle söylüyor" dediğiniz zaman, millet dilhun oluverir. Araştırma sonucu bu, boru değil, suç ortağı ise bilim. Anlat derdini bilime.

Sosyal Bilimlerle biraz haşır neşir olanlar (özellikle araştırma teknikleri ile) bilirler ki; soruyu nasıl hazırlarsanız, alacağınız cevap da ona uygun olur. En can alıcı konuda sorular öyle bir hazırlanabilir ki, elde edilen sonuçlar okuyanlara "çüş artık!" dedirtebilir. Eğer tam ve doğru cevap alınmak isteniyorsa, soruların ve cevapların içeriğinin çok titizlikle tanımlanması ve sınırlandırılması gerekir. Bu, sorular hakkında bir sürü ön araştırma ve istatiksel işlem demektir.

Yani sorulan soruların mizah duygusunu mu, yoksa pantolon paçasının ölçüsünü mü araştırdığı eski felsefecilerin deyimiyle "efradını cami, ağyarını mani" bir biçimde tanımlanması gerekir.

Örneğin, "Yılanları sever misiniz (duygudan söz ediyoruz)?" gibi bir soruya eminim en az yüzde 95 "hayır" cevabı alınır. Bu cevaptan hareketle, "bakın! En az yüzde 95 bu hayvanları sevmiyor" diyerek derilerinden faydalanmak için hayvanların katline ferman çıkartabilirsiniz. Oysa, yapılan bir başka araştırmada "Yılanların doğanın dengesi için gerekli olduğunu düşünüyor musunuz (düşünceden söz ediyoruz)?" sorusuna alınan "evet" cevabı yüzde 96 küsürler civarında olmuştur.

Görüldüğü üzere, deri tüccarlarıyla doğa dostları arasında kaldık. Meşrebine ve amacına bağlı olarak, isteyenler bir karar vermek için tek başına anlamlı bir değerlendirme ortaya koyamayan bu iki sonuçtan birini kullanabilirler. Oysa bu iki cevaptan çıkan ortak sonuç: "Yılanları soğuk, tehlikeli, itici, vs buluyorum; fakat doğanın dengesi için gerekli olduklarını düşünüyorum. Bunun için onları sevmem gerekmez" şeklindedir.

Mevzuyu daha fazla uzatıp yazıyı "araştırma teknikleri" seminerine çevirmeden kısaca şunu söyleyeyim: İnsanların tutumları, duyguları, değer yargıları gibi karmaşık değişkenleri araştırmak ve bu amaç için anketler (ölçekler) oluşturmak son derece çetrefil bir iştir. Cematten birileriyle Beyoğlu'nda iki duble yuvarlarken "yav, aklıma çok acaip bir mevzu geldi. Şurada on maddelik bir anket hazırlayalım ve o anketi kullanarak bu konuyu bir araştıralım" demenin meyhane muhabbetinden başka bir anlamı olmaz. O araştırmadan elde edilen sonuçlar sadece anketi hazırlayanların kafayı ne kadar bulduklarına ve ödedikleri hesaba dair bilgiler verebilir.

* * *

Son günlerde "Bu Millet Kenan Evren'den Nefret Etmiyor" babında yazılar okuduğumdan bahsetmiştim. O yazılar yapılan bir araştırmanın sonuçları esas alınarak yazılmış.

İl bakışta görülen şey, ayrı ayrı araştırılması gereken konular olan "kişilik" ile "cuntacılık suçunu" birbirine karıştırmış olmaları. Bu karışıklık, böyle önemli bir ayrım yapmak gerektiğinin farkında olmamalarından mı kaynaklanıyor, yoksa Kenan Evren'in cuntacılığı yerine kişiliğini mi söz konusu etmek istiyorlar tam bilemiyorum. Fakat, amaç bu olmasa bile, ortaya çıkan sonuç adamın kişiliğini mevzu edip cuntacılık suçunu, bu ülkeye ve halka ettiklerini görüntüden uzaklaştırmak olmuş. Muteber adamlığının halk tarafından da tasdik edilmiş olması ise işin "bonus" u.

Amaç, "bu halk böyledir işte, kendine zulmedenden bile nefret etmeyi beceremez (nefret etmek sanki marifetmiş gibi)." Dolayısıyla, "boşverin bu halktan umutvar olmayı ve takılın bize" demek midir?

Yoksa, sadece Ergenekon çetecilerinin değil, 12 Eylül'cülerin de yargılanması için üst perdeden konuşanlara "ey Solcular bakın! Millet sizinle aynı fikirde değil, yine yanıldınız" demek mi istiyorlar tam anlayamadım.

Dilerim bu yazdıklarım benim münafıkça değerlendirmelerimdir ve adamlar iyi niyetli olmalarına rağmen araştırma tekniği ve Psikoloji bilgisi yetersizliğine kurban gitmişlerdir.

Ben de dahil olmak üzere, cunta'nın şerrine uğrayan arkadaşlarım içinde Kenan Evren'den nefret eden bir kişi bile tanımıyorum. Böyle bir soruyu arkadaşlarıma sorsam, alacağım cevap eminim ki "kendimi nefret edecek kadar zavallı hissettiğimi de nereden çıkardın?" gibi bir şey olurdu.

Araştırmayı yapanlar bu soruyu bana sorsalar, özel yaşamı-kişiliğinden bahsettiklerini varsayarak "bu ne biçim soru kardeşim, ruh sağlığımı mı sorguluyorsunuz? Nefret yerine makul bir kelime bulamadınız mı?" diye bir karşılık verirdim. Benim verdiğim bu karşılık cevap seçenekleri arasında yer almadığı için sözlerimi rahatlıkla "hayır (yani, nefret etmiyorum)" seçeneğine uygun bulurlardı. Buyurun! Nefret etmediği için cuntacıbaşı hakkında olumlu duygular beslediği varsayılan bir "necib" vatandaş daha. Neyse, bana rastlamadıkları hayırlı olmuş.

* * *

Ruhiyât uleması nefret duygusunun bireyin "ego" sunun incinmesiyle veya ona dönük bir tehdit algısıyla/beklentisiyle ilişkili olduğunu söylüyorlar. Yani, bireyin kendini değerli, anlamlı bulma, saygı görme gibi benlik algısıyla ilişkili değerlendirmelerine veya içselleştirdiği başka değerlere (dinsel, ırksal, politik, vs) bir saldırı algılaması, bu saldırıdan zarar gördüğünü hissetmesi veya göreceğini varsayması ve buna karşı hissettiği yoğun düşmanlık duyguları. Bu anlatılanlar bir çok insana gayet makul görünebilir. Lâkin, pek öyle sayılmaz. İrdelenmesi ve biraz açıklaştırılması gereken bir iki nokta var.

Psikolog ve Psikiyatrlar insanların başkalarının sözlerinden, davranışlarından değil, kendilerinin onları algılama ve değerlendirme biçimlerinden zarar gördüklerini söylüyorlar. Birinden işitilen nahoş sözleri ciddiye almadığımız sürece bize zarar veremez. Sonuçta söz sözdür ve uçar gider. Yani, başkasının söz ve davranışlarından ego'nun incinmesi o lâfları edenden çok onlara bir önem ve anlam atfedip alınganlık gösteren veya düşmanlık vesilesi yapanlarla ilişkili bir problemdir. Dolayısıyla, düşmanlık duygularının oluşması için incinmeye pek müsait, yani nispeten zayıf bir ego gerekir. Ego ne kadar hassas, alıngan, incinmeye müsaitse, ortaya çıkan düşmanca duygular da o kadar yoğun olur. Bu yoğun düşmanca duyguların adına "nefret" deniyor.

Bu duyguyu doğuran farklı nedenler hakkında kısa ve derli toplu bir şeyler söylemek pek kolay değil. Fakat, oluşumunu sağlayan psikolojik süreçten kısaca söz etmek mümkün.

Klinik Psikoloji insanların nasıl düşünürlerse öyle duygulandıklarından, düşünceleriyle duygularının genellikle tutarlılık gösterdiğinden, yani duyguyu belirleyenin düşünce olduğundan bahsediyor. Olumlu düşünceleri olumlu duygular, olumsuz düşünceleri de olumsuz duygular izler. Olumsuz düşünceler ne kadar katı, acımasız, ön yargılıysa, eşlik eden olumsuz duyguların da o kadar yoğun, ölçü ve izandan uzak olması beklenir.

Aynı şekilde "nefret" de olumsuzluk dozu oldukça yüksek bazı (düşmanca) düşüncelerin belirlediği bir duygu.

Bir kaç ay önce bir Televizyon kanalında yabancılara mülk satışıyla ilgili bir programda "vatan haini, alçak, işbirlikçi" gibi son derece yoğun düşmanca duygular yüklü ifadeler kullanan birine rastlamıştım. Bu hakaretleri fütursuzca savuran bu zatın bu ifadelerini sorgulamaya kalkanlara karşı çoğunlukla yüksek perdeden konuşmaya başladığını ve bazen de saldırganlaştığını gördüm.

Bu durum bildiklerinin doğruluğundan, yeterliliğinden, kendi değerlerinden emin olmayan ve dolayısıyla diğerlerinin sözlerini kendisine dönük bir tehdit olarak algılayıp korkan zayıf bir ego'nun göstergesi aslında.

Yani, nefret duygusunun oluşması için gereken ilk malzeme elde mevcut. Şimdi böyle zayıf bir ego'yu besleyecek oldukça katı, adalet duygusundan yoksun, önyargılarla yüklü ve bu yüzden gerçeğe uymayan düşünceler lâzım. "Sevr ile yapamadıklarını şimdi memleketi parça parça satın alarak yapacaklar, zaten Harran'da Yahudiler binlerce dönüm toprak almış" diye bir düşünce fazlasıyla iş görür. Sonuç, bir tarafta yabancı düşmanlığı, diğer tarafta mülk satışını savunanlar için vatan hainliği-sevr işbirlikçiliği payesi. Yani, nefret duyguları.

Böyle can sıkıcı bir mevzuda bu kadar lâf ettikten sonra kendimi fena halde gerilmiş hissediyorum. Aklımdan geçtiği halde bir iki paragrafa sığdırabilecek şekilde derleyip toparlayamadığım için buraya yazamadığım başka ayrıntılar da var.

Bu kadar yoğun negatif duyguyu boşaltmak için kendime bir nefret objesi bulsam fena olmayacak. Bunun için aklını kullanmak gerekmez. Hatta ne kadar az kullanılırsa, iş o kadar kolaylaşır.

Yorumlar

Nefret Turkiye insani gibi dini ve devleti otoritelere itaat etmekten kendisini alikoyamayan dusuncesiz toplumlari idare etmekte kullanilan "verimli" bir arac. "Kavgam" 'da Hitler bundan cok bahseder. Nasil Naziler Yahudileri dehumanize etmislerse bugun de Turkiye'de Ermeniler, Rumlar, Kurtler dehumanize edilmekte; fakat yeri gelince de Avrupa'da Turkler dehumanize edilince bas bas bagrilmakta, kiyametler kopartilmakta.

Turkiye nefretsiz yonetilemez gecmisimizle yuzlesemedigimiz muddetce. Bu yuzden de cok Hrant Dink'ler oldurulur, katilller aranilir, yuzbinler sokaklara dokulse de degisen hicbirsey olmaz. Seytan olmadan peygamberi kim dinler?

Psikolojinin toplum idaresindeki rolu buyuk. Bu yondeki yazilarinizi merakla bekliyoruz.

Hekim Ul Tecrubi Ruhiyat Muallim-i Azam Sayi-i Sun Efendi - 25 Eylül 2008 (03:42)

Nefret duygusunun bazıları için bir getirisi olmalı ki kaşıyıp duruyorlar. Haber bültenlerinin, filmlerin, dizilerin, köşe yazılarının çoğu nefret üzerine kurulu. Belki "nefret sektörü" diye bir sektörden söz etsek pek yanlış olmaz.

Necmi Ziya - 2 Ekim 2008 (00:11)

diYorum

 

Kâmuran Kızlak neler yazdı?

46
Derkenar'da     Google'da   ARA