Patronsuz Medya

Kadınlar, bunaltmayın bizi!

İlker San - 8 Ağustos 2003  


Sayın Şen, sayfalarınızı uzun zamandır okuyorum. Yıllar önce Cumhuriyet okurken de ilk sizin bantlarınızını okurdum. Yazılarınızın keyif verdiği kuşkusuz. Ben bazı yabancı mizah dergilerini de aylık periyodlarla okuyorum. Bu nedenle sizi okuma eğilimim geniş bir mukayese sonucunda bile kaybolmadı hatta daha da arttı.

Ancak bu yazıyı sadece size ilişkin iyi düşüncelerimi açıklamak için yazmadım. Bahsetmek istediğim konu, şimdi sayfalarınızda çokça geçen ve yaklaşık dört yıl önce döndüğüm Fransa'da ya da uzun süre yaşadığım Almanya da kadın erkek arasında bir normal ilişki biçimi olan "ucundan gösterme, verme ya da vermeme" meselesi.

Orada doğal bir oyunun parçası olan ve doğrusu hiç üzerinde düşünmediğim sıradan bir klasik tarz olan kadim bir ilişki olarak herkesin sezinlediği, uyduğu ve hiç bir "kilit anlamı" olmayan bu vakıa, ülkemizde neredeyse her gün bir gazete ya da dergide okuduğumuz, özellikle kadın yazar çizer takımının sürekli tekrarladığı, hatta henüz öğrendiğime göre (sitenizdeki mektuplardan) dişil aile sohbetlerinde resmi olarak hâlâ teyze komşu abla tarafından açıkça irdelenen bir meseleymiş. Bir taktik sorunuymuş.

Yani Allah aşkına, bunun neresi masum? Oturup sürekli nasıl ve ne koşulda "vereceğini" dinleyen, ayrıca "vereceği" bir hazinesi olduğunu yukarıda bahsedilenlerden öğrenmesine gerek olmadan içsel olarak bilen ve sürekli biçimde "sevgi isteriz" diye haykıran bu kadınların ne söylemek istediğini anlamak mümkün mü?

Klasik kadın erkek ilişkilerini beğenmiyorlar, modern ilişki içinde metalaştıklarını düşünüyorlar, ancak eski kuşağı da yeni kuşağı da oturunca aynı şeyi, "verme taktiklerini" konuşuyorlar. Bunun neresinde bir değişiklik var? Belli ki kadim çağların klasik kurallarından bahsediyoruz: Cinsellik ve bir nesne olarak kadın bedeni. Bununla asla kadını cinsel obje olarak nitelendirmiyorum. Hatta bu yaklaşımlardan tiksinirim. Ancak, oturup bunalımlarımıza felsefi açıklamalar getirme çabası, altemur kılıç (komik olsun diye zikrettim) gibi kızgınlıklarımızı cumhuriyetin temel ilkeleri haline getirme türünden bir sapmadan başka birşey değilmiş gibime geliyor.

Allah aşkına, siz hiç böylesine yakın erkek akrabaların oturup da bu "verilecek hazine" üzerinde delikanlılara taktik verdiğini duydunuz mu?

Bu hazine avcılarından hiç biri benim bildiğim kadarıyla, bir delikanlının ilgisini çeken bir dişi üzerinde cinsel bir öngörüde bulunmazlar; çünkü en azından ayıptır. Çünkü böyle konuşulduğunda hazinenin orta malı haline gelme riski vardır ve bu nedenle azıcık ahlâk sahibi akrabalar bu konuyu büyük bir saygıyla ele alır ya da geçiştirirler.

Sevgi meselesine gelince, birlikte yaşamanın, cinselliğin ve birlikte bir şeyler üretmenin ortak adıdır. Oturup sürekli romantik sözler hazırlayıp kadının kulaklarına fısıldamak görevi yüklenmek isteniyor erkeklere. Tabi bu arada her türlü sosyal ya da başka erkeklik özelliği de muhafaza edilmek koşuluyla.

Yani dünyada bunun erkekler için imkânı kaldı mı ki? Bunu en iyi kadınlar anlamalı değil mi?

Sonra, bırak istemeyi, sürekli biçimde gözüne baka baka neredeyse "istiyorsan işte burada" diye ortalığı saran dişiliğin dünyasında zavallı erkekleri bu kadar bunaltmak doğru mu?

İstiyorlar ki, ayna karşısında düştükleri bunalıma biz de onların karşısında düşelim.

Aklımızı muhafaza etmek için sadece her iki cinsin de saygıya ihtiyacı var. Bir de suyun yolunda akmasını sağlamaya…

Kadınların kendilerine bu kadar erotik baktıklarını insanın havsalası almıyor. Günde bir kaç defa okuyor ya da duyuyoruz: "Ucundan azıcık göster, ama verme ki, peşinden köpekler gibi ayrılamasın, inlesin sürünsün." Yani insan bi hal olur karşısındaki kadınların gözlerine bakarken "acaba ne kadarını gösterecek" ya da "verecek" diye düşünmekten.

Saygılarımla.

diYorum

 

66
Derkenar'da     Google'da   ARA