Patronsuz Medya

Bir delinin güncesi

İlker Gökçen - 23 Haziran 2009  


Gözler sabah mahmurluğumdan henüz açılmamış, kimse kimseye bakmıyor. İşyerindeki masaların üzerinde herkesin kendine ait böreklerin izleri antetli kâğıtların üzerine çıkmış, kimisi ısırılmış bazısı yenmek üzere bekliyorlar. Çalışanlar yavaş yavaş ofise giriyor sırayla. Sıradan bir iş gününün huzursuz saatleri. Uykusuz olan kızlar makyajlarının fazlalığından belli oluyor.

Herkes, çalıştığı bu sığınakta bir masanın hükümdarı. Mutsuz suratlar, paranoyak bakışlar, mutlu gerinmeler birbirine karışıyor. Nefret ettiğim bir işim var. Sene 99, istemeyerek uyanıyorum her sabah. Devlet, işsizlerin istatistiğini tutuyor ama çalışanların hesabını tutan yok. Mutsuz çalışanların mutlulara oranı ya da hayallerini ıskalamış olanların gayri safi hasılasını bilen yok henüz.

Bostancı'dan benim gibi bu eziyeti yaşamak zorunda olan insanlarla çift katlı otobüsüme biniyorum. Aynı yoldan yürüyüp, aynı merdivenlerden çıkıyorum her gün. Sevdiğim bir işi yapmama daha çok var. İyi kazanmak, sevdiğim işi yapmak, huzurlu olmak şimdilik uzak bir hayal.

Bıyıklı bir kadın girecek birazdan ofise. Ona bakarken gözlerimi bıyıklarından alamıyorum. En büyük rütbe onun ve onu görünce midemize kramp giriyor. Ve ben kapitalizmin tapınağı olan bu plazada olmaktan dolayı hiç de mutlu değilim.

Pınar, ofisin idarî sekreteri. Kedisini özlüyor gün içinde. Saat üç oldu mu ona kavuşacağı saati özlemle anıp, iç geçiriyor. Ona yaptığı yemekleri sayıyor.

Yaman karışıyor söze. "Neden, fareli kedi maması yapmıyorlar?" diye soruyor. Onun da kedisi var. Ama o duygusal değil. "Kedi bu kardeşim, gurme değil, her gün aynı şeyi vereceksin" diyor.

İçimden gülüyorum olup bitene. Bir kedim bile yok. Anlamam mümkün değil konuşulanları. Hayvanlarla iç içe bir ailede büyümedim. Üç senede bir tayin olan bir asker çocuğuydum. Evde beslediğimiz hayvanımız da olmadı hiç. Geriye dönüp baktığımda hatırladığım hayvanlara dair çok az şey var. Dört yaşında yarım akıllı bir veletken ev sahibinin insan delisi şişko kedisini birinci kattan aşağı atıp bacağını kırılmasına neden oluşum… Bir kış günü kafasına kar topu attığım horozun beni tepeleyip bayıltması… Bir de yirmili yaşlarda çalışmaya başladığım yıllarda bir gece vakti kör bir kediyi eve getirişim ve sonra ölmesi…

Öğle tatilinde Yaman ile sigara içmeye indik. Kaybedenler kulübünün üyesiydik. Bağımlıydık ve beynimiz nikotin çektikçe binanın dışına çıkmak zorundaydık. Bir ara çiçekliğin altındaki sarı şeye takıldı gözüm."Bak" dedim, "birisi tenis topu düşürmüş." Yaman, sigarasından derin bir nefes çekip "kedi yavrusu lan, o" dedi. Gidip eline aldı, ufacık, yusyuvarlak, sapsarı bir şey tısladı.

Hiç bu kadar küçük kedi yavrusu görmemiştim, hele de böyle tıslayanını. Bıyıklı kadın ofiste değildi o gün. Eşim şehirde değildi. Ve tüm ofisin ısrarlarıyla o kedi benim oldu. Küçük kedi, bir kırtasiye kutusunda akşam benimle aynı otobüsle eve dönerken henüz ne yaptığımın ve hayatımın ileride nasıl değişeceğinin farkında bile değildim.

Zayıf, çelimsiz, kepçe kulaklı, kemikleri gözüken bir sarman yavrusuydu. Önüne gelene tükürüyordu, asiydi. O, hayatımıza girdikten sonra her şey daha bir garip oldu. Birinci yıldan sonra sokaktaki tüm kediler ve köpekler sanki benden sorulur olmuştu. İşin daha da tuhafı, olmayacak yerde olmayacak durumlarda zor durumda hayvanlar buluyordum. Karanlık bir gecede yavru bir siyah kediyi görüp arabadan inince eşim "artık kelimelerin bittiği yerdeyiz" demişti. Normallikten gittikçe uzaklaşıyordum. Çöpün yanına mama koyarken bir poşet içinde atılmış, gözleri daha açılmamış yavru kediler buluyordum. Onları veterinere götürmek, sonra da süt anne bulmak gerekiyordu.

Kazan dairesine düşmüş bir kedi yavrusu olunca kapıcı bana geliyordu. Elimde bir hırka onu yakalamaya gidiyor, yakalıyor sonra da veterinere götürüyordum. Kapalı garajda kediler doğum yapınca güvenlik koşarak bana geliyordu. "Abi, yönetici gene hepsini at dedi bana, ne yapayım?" deyince sinirlerim tepeme çıkıyordu, asabım bozuluyordu. Büyümüş olan yavruları yakalayıp veterinere götürüp onlara yer buluyordum. Veteriner bile para kazandığı halde bana acıyordu; düzgün giyimli bir deliydim onlar için.

Hayvanlara yer bulmak

Borç bulmaktan daha zor olan bir şey varsa o da bir kedi ya da köpeğe yer bulmaktır. İnsanların saçma sapan kompleksleri, egoları fışkırdıkça fışkırıyordu ve benim sabrım artık bu yükü taşıyamaz hale geliyordu. Siyamdan başka kedi arayan görmedim şimdiye kadar. Normallerden ayrılmıştım artık, ok yaydan çıkmıştı. Kızımın yaş gününe bile yetişememiştim bir yavru kediyi zor durumdan kurtarmaya çalışırken. Ciddi iş toplantılarının ortasında o toplantı iyice bunaltmaya başladığında veterinerdeki kedilerimi düşünüyordum.

Anormal yerlerde anormal şartlarda buluyorlardı beni. Bir alışveriş merkezinin içinde, yemek yediğimiz yerin otoparkında, bir çöpün kenarında, yolda giderken, sigara içerken, şehir içinde, şehir dışında, balıkçıda, otel bahçesinde her yerde. Kiminin bacağı ezilmiş, kimi çok zayıf, kiminin gözü hasta, bazısında kocaman yara; çeşit çeşit fukaralar.

Bir keresinde gecenin bir vakti, sabaha karşı köpek havlamalarıyla kedi bağrışları arasında uyandım. Ne bulduysam üzerime geçirip aşağı indim. O sırada en tatlı uykusunda olan güvenlik elemanı beni görünce rüya sanıp uyumaya devam etti. Bütün normaller uyuyordu. Öyle ya ben onlardan değildim, bu benim işimdi. Evde kedi besleyene kadar köpek görünce salâvat getiren ben, yedi-sekiz köpeğin yanına hiç korkmadan gittim. Duvara tutunmuş iki yavru kediyi kokluyorlardı. Beni görünce "işin keyfi kaçtı" hesabı gerilediler, kovaladım onları.

Sonradan öğrendim ki bu iki yavrunun anneleri onları korumak isterken köpekler tarafından boğulmuş ama yavrular hayatta kalmıştı. Alıp eve getirirken bizim uykucu güvenlik uyanmıştı ama bu sefer de hortlak gördüğünü düşünürcesine baktı bana.

O iki yavruya da yer bulmuştuk. Bulmuştuk da bir ramazan günü hareket etmeyen bir trafiğin içinde taa Bakırköy'e giderken ben de kendimden şüphe etmeye başlamıştım. Eşimin sorduğu gibi, "nereye kadar" gidecekti bu durum?

Paramı çalan insanlar, iyilik yaptığım eli ısıran dostlar oldu; sinirlenip, kavga etmedim. Ciddi miktarda borç alıp vermeyen tanıdıklar oldu; sildik geçtik. Ama en ciddi kavgalarımı ve tartışmalarımı hayvanlar yüzünden yaptım. Kimi zaman iş yerindeki hayvan düşmanları, bazen sapık apartman yöneticileri, hatta bekçileri, tatilde gittiğimiz otelin çeşitli personeli, karşı binanın deyus kapıcısı, aklınıza kim gelirse kavga etmek zorunda kaldım.

Belki ben normal değildim ama onlar da normal değildi. Eski model arabasına kedi oturdu diye ortalığı ayağa kaldıran kendini şaşırmış komşulardan, camına güvercin konuyor diye tüm güvercinleri kovduran menopozlu cadılara kadar, cümlesiyle mücadele etmem gerekiyordu, bu durumdan kaçış yoktu. Milyarlarca doları olan belediyeler barınak yapmaktan acizdi. Okullar ve bazı analar sevgiyi anlatırken bir hayvanın başını okşamaktan başlamıyordu.

Yaşım daha kırka varmadan çok acı yaşadım hayvanlara dair. Yol ortasında başkasının ezdiği kediyi veterinere götürürken elimde ölüşü. Kanser olduğunu öğrenince ameliyat ettirdiğim sokak kedisinin tam iyileşti derken ölmesi. Baktıkça duygulanıp çocuk gibi ağladığım yavru kedilerin hastalanıp ölüşleri. Binbir tedaviden sonra zor belâ bir bahçeli ev bulup yerleştirdiğim kedilerin yola çıkıp ezilmeleri. Say say bitmiyordu.

Yalnız değilim, meczup da değilim, biliyorum. Nice kadının tüm parasını bu uğurda harcadığını, barınak kapılarında akşama kadar ömür tükettiklerini biliyorum. Sokağındaki hayvanları kendi yavrusu sayan insanlar olduğunu biliyorum. Dernekler kuran, örgütlenen güzel insanlar var. Dünyanın en güzel ve en acılı kedi yazısını yazan Necdet Şen'in elini bir köpeğin boğazına sokup takılan kemiği çıkardığını, Bekir Coşkun'un yüreğinin zarif ve naif oluşunu, köpeği ölünce evlâdı ölmüş gibi ağladığını biliyorum bilmesine de…

Eş, dost, eski arkadaşlar bu hayvan sevgimizi duyunca hep aynı şeyi söylüyor, "bu kadar yumuşak olma, hayvan bu, ürer, türer, ölür be" diyorlar. Ve ben hâlâ sokaklarda yaralı kedi ve yavru köpek bulmaya devam ediyorum.

Yorumlar

Birinci macera:1996 senesinde Erenköyde oturduğumuz zamanlarda tufan benzeri bir yağmurun saatlerdir yağdığı günün akşamında bodrumdan gelen tiz miyavlamalarla yerimden fırladım. Gece yarısı olmamıştı ve bodrumda iki hafta önce doğurmuş bir kedi anne vardı. Benimle birlikte komşum ve kadim arkadaşım Mustafa da evinden fırlamıştı. İkimiz de koşarak bodruma iniyorduk. Bodrumu su basmıştı ve tahmin ettiğimiz gibi üç yavru da kafaları dışarıda olmak üzere suya batmışlardı. Anne ayakları suyun içinde ve şaşkındı.

Ayak bileklerimize kadar suyun içinde olmak üzere yavruları alıp oradaki varilin üzerine koyduk. Kuru bir tahta sandık bulduk. Yukarıdan bir eski havlu ve saç kurutma makinesi getirerek yavruları bir güzel kuruladık. Anneyi de alarak ayaklarını kurulayıp sandığa yerleştirdik. Yavruları da yanına koyduk. Emmeye başladıklarında keyfimize diyecek yoktu. Halen maceramızı hatırlayıp keyifle gülümseriz.

İkinci macera: Hastane bahçesinde henüz üç haftalık iken kuyruğu kopmuş ve kalçadan aşağısı felçli olarak bulduğum kuzgun siyahı yeşil gözlü yavru. Yalvaran gözlerine meftun olup önce veterinere sonra da eve götürdüm. Kuyruksuz bir kedi olarak yaşamaya inadı vardı. Çişi ve kakası geldiğinde haber verdi kuma götürüp yaptırdık. Onbeş günde felci düzeldi ve yürümeye başladı. O günden beri evimizde. Her hali ile medyun-u şükran bir kedi. Şu anda on yaşında. İsmi Kömür. Kedi olduğunu asla kendisine çaktırmadık. O da masada bizimle yemek yemekten vazgeçmedi.

Yukarıdaki maceraları anlattıktan sonra sadede geleyim İlker bey: Her kedi yavrusuna ve de köpek eniğine yardım edebilmek imkânsız. Oldukça acımasız bir döngü içinde ve yine oldukça hızlı bir biçimde doğuyor ve ölüyorlar. Onların da en canavarlarının yaşaması belki doğanın gereği. Anneler yaralı yavruları bırakıp sağlamları başka yere taşıyacak kadar acımasızca gerçekçiler. Elimizin erdiğine elbette yardım etmeli, ancak hepsine yetmeye çalışırken kendimizi kaybetmemeliyiz diye düşünürüm.

Son olarak da kedilere ev bulmak. En büyük problemim. İsteklisine her mevsim terbiyeli ve sevimli yavru sokak kedisi sağlarım. Yaklaşık 30 dakikalık kedi bakım nutuğu da yanında bedava.

Ahmet Faruk Yağcı - 24 Haziran 2009 (22:52)

Keyifle okudum yorumunuzu. Derkenar'a ulaşabilen insanlar gerçekten yürekleriyle de farklı diye düşünüyorum. Hele Kömür'e bayıldım, belki bir hikâye de ondan çıkabilir. Nasihatinizde haklısınız. Yine de belediyeler biraz vicdanlı kafalar tarafından yönetilse bu kadar sefalet olmaz diye düşünüyorum. Ben Necdet Bey'in peşine onun kedisi Melek'e yazdığı yazıyı okuyunca düşmüştüm, hayvanları tanımak ayrı bir dünya. Gönlünüz hiç yaşlanmasın Ahmet Bey, mutlu günler ve yıllar dileğiyle.

İlker Gökçen - 26 Haziran 2009 (01:02)

Kedili bütün anılarım canlandı gözümde. Balkondaki kedilere ekmek beğendiremeyip annemden gizli gizli peynir kaçırışımı, yatılı okuduğum okuldan eve geldiğimde babamın "bizim kızın geldiğini gene duydu kediler. Balkona doluşmuşlar" dediğini. Okulun yemekhanesinden dışarı çıkarmak isterken son derece ürküttükleri bir kedi yavrusuna yardım etmek için yumuşakça alıp çıkarırken kedinin korkudan can havliyle tırnaklarımın içinden dişlerini geçirerek 4 ayrı yerden aynı anda ısırışını (nasıl tuttuysam iki parmağım da ağız hizasında!) Evde hiç bir yer kalmamış gibi pencerenin önündeki saksıya oturup annemin çiçeğini kurutan ve ceza olarak en yakın köye annem tarafından postalanan kediciğimi. O kediciği 27 saatlik bir Van yolculuğundan ne zahmetlerle getirdiğimizi, yolda molada çişini yapsın diye aşağı indirip bir köpekten tırsıp ağacın tepesine kaçışını. Tam da tatile çıkacağımız gün hastalanan kedimizi veterinere götürüp anestezi baygınlığını atlatmadan onu bırakarak gitmek zorunda kalışımızı. Ve daha yazamadığım tüm kedili anılarım…

Kaleminize ve yüreğinize sağlık.

Ümmü Nuran - 26 Haziran 2009 (21:18)

Sizden böyle bir yorum almak ne güzel. Demek ki enseyi karartmaya gerek yok, az değiliz belki de çoğalıyoruz. Kaleminiz ve yüreğiniz dert görmesin dileğiyle…

İlker Gökçen - 27 Haziran 2009 (23:23)

diYorum

 

İlker Gökçen neler yazdı?

63
Derkenar'da     Google'da   ARA