Patronsuz Medya

Anti İslâmizm'e bayılacaksınız

Ignacio Ramonet - Le Monde Diplomatique, 3 Ekim 2001


11 Eylül'dü. Her şeyi yapmaya kararlı pilotlar tarafından gündelik rotalarından çevrilen uçaklar, nefret edilen bir politik sistemin sembollerini yerle bir etmek için şehrin kalbine saplandı.

Aniden; patlamalar, yıkılan binalar, cehennemi andıran bir arbede, tozlarla kaplanan yaralılar. Ve trajediyi canlı yayınlayan medya kuruluşları.

New York, 2001? Hayır, Santiago-Şili, 11 Eylül 1973. ABD'nin suç ortaklığıyla, General Pinochet'nin sosyalist Salvador Allende'yi devirmesi ve başkanlık sarayının hava kuvvetleri tarafından bombalanması. Onlarca ölü ve 15 yıl sürecek bir terör rejiminin başlangıcı…

New York'taki saldırının kurbanlarına karşı hissettiğimiz meşru sevecenliğin ötesinde, ABD'nin masum bir ülke olmadığını nasıl kabul etmeyiz? ABD, Latin Amerika'da, Afrika'da, Yakın Doğu'da, Asya'da şiddet dolu, yasa dışı ve genellikle gizli politik eylemler yapmadı mı? Ve bunun sonuçları, trajik sayılarda ölü, 'kayıp', sürgün edilmiş, işkenceye uğramış insan değil mi?

Batılı yönetici ve medyaların, 'kim daha Amerikan yanlısı' müsabakası, acı gerçeği maskelememeli. Tüm dünya ve özellikle de Güney ülkelerinin kamuoylarının, 11 Eylül saldırıları sonrası en çok dile getirdiği duygu, "Başlarına gelen üzücü, ama arandılar" oldu.

Bu tepkiyi anlamak için 1948-1989 yılları arasındaki Soğuk Savaş'ı hatırlamakta fayda var; Amerikan emperyalizminin kara kitabının en vahşet dolu sayfaları bu dönemde yazıldı. ABD, kendini komünizme karşı bir 'Haçlı Seferi'ne soktu. Bu da çoğu zaman yok edici bir savaş halini aldı: İran'da binlerce komünist yok edildi, Guatemala'da 200 bin sol muhalif ortadan kaldırıldı, Endonezya'da 1 milyona yakın komünist imha edildi. Bu yıllar aynı zamanda Vietnam Savaşı'yla da damgalandı.

Bu, 'kötü iyiye karşı' olarak algılanıyordu. Bu dönemde, Washington'a göre, teröristleri desteklemek ahlâk dışı değildi. CIA yoluyla, ABD umumi alanlardaki saldırıları, hava korsanlarını, sabotaj ve suikastleri destekledi. Küba'da Fidel Castro'nun rejimine karşı, Afganistan'da Sovyetlere karşı…

Washington, 70'li yıllarda, pek demokratik olmayan iki ülkenin, Pakistan ve Suudi Arabistan'ın desteğiyle, Müslüman-Arap ülkelerde, basının freedom fighters adını verdiği, yani özgürlük savaşçılarından oluşan İslâmcı tugayların yeşermesini cesaretlendirdi. CIA'in de, şimdi ünlü olan Bin Ladin'i bu koşullarda angaje edip eğittiği biliniyor.

ABD, 1991'den bu yana eşsiz bir süper-güç koltuğuna yerleşerek, BM'yi marjinalleştirdi. Daha adil bir Yeni Dünya Düzeni sözü vermişti. Bu düzen adına Irak'a karşı savaşa gidildi. Ancak, Filistinliler'in hakları karşılığında, İsrail'e taraf oldu. Bu da yetmedi; uluslararası protestolara rağmen, Irak'a, rejimi ayakta tutan ama binlerce masumu öldüren amansız bir ambargo uyguladı. Tüm bunlar, Arap- Müslüman dünyasını rahatsız etti ve radikal biçimde Anti-Amerikan bir İslâmizm'in geliştiği zeminin oluşumunu kolaylaştırdı.

Dr. Frankenstein örneğinde olduğu gibi, ABD şimdi, yarattığı Bin Ladin'in kendisine karşı çılgın bir şiddetle başkaldırısını seyrediyor. Ve bu yaratıkla savaşa, son 30 yılda dünyada radikal İslâmizm'in yayılmasına en çok katkıda bulunmuş Suudi Arabistan ve Pakistan'a güvenerek hazırlanıyor.

Bush'u çevreleyen yaşlı Soğuk Savaş kurtları, şüphesiz, olup bitenlerden memnundur. Hatta düşeş attıklarını dahi kafalarından geçiriyor olabilirler. Zira, mucizevi bir biçimde, 11 Eylül saldırıları, SSCB'nin yıkılmasıyla 10 yıl boyunca yoksun kaldıkları stratejik bir silâhı onlara geri verdi: Düşman. Bu düşmanın adı; artık herkes anladığı gibi, terörizm kimliği altındaki Radikal İslâmizm. Küreselleşme karşıtlarını da hedef alacak yeni bir 'Mac Carthizm'de dahil her türlü risk mevcut.

Anti-komünizmi sevmiş miydiniz? O halde, anti-İslâmizme bayılacaksınız!

diYorum

 

62
Derkenar'da     Google'da   ARA