Patronsuz Medya

Vah hav hav! Vah insanlara!

Hülya Yalçın - 12 Şubat 2013  


Hayvanları korumak deyince çoğu kez hepimizin aklına ilk gelenler kedi ve köpekler oluyor. Bu da gayet doğal. Sokaklarda, bir komşu teyzenin bahçesinde, parkta, her yerde her an görebileceğimiz kuyruklu canlılar. Doğal yaşamlarıyla, doğal yaşamlarımıza öylesine nüfuz etmişler ki onlarsız bir yaşam düşünmek zorunda olacağımızı yıllar önce aklıma bile getirmezdim. Hele onları hayatta tutabilmek için bu denli ciddi bir mücadele gerekeceğini rüyamda görsem güler geçerdim.

Ne yazık ki geldiğimiz nokta tam da bu durumu işaret etmekte. Son yıllarda hız kazanan hayvan koruma hareketlerine karşın, bu çaresiz hayvanlara uygulanan şiddet de boyutunu yükseltti. Koruma kanunları sığ ve sevgi içermeyen bakış açılarıyla yetersiz kalır, hatta vahşeti körüklerken biz hayvan dostları mutlaka bir yolu daha olmalı diyerek mücadeleye devam ediyoruz. Her şeyden, haktan, sorumluluktan, adaletten öte, hepsinden daha güçlü olan "sevgi" ile gördük bir kere onları. Ne vazgeçmek, ne görmezden gelmek mümkün değil.

Çağın teknolojik hızıyla yarışan "hayvana kötülük yapma" fiilerini durdurabilmek için mevcut 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu'nun biraz daha iyileştirilmesini istedik yetkililerden. Bütün iyi niyetimizle, reddedilmeyeceğine olan tartışmasız inancımızla. Binlerce insan bu konuda iyi bir haber beklerken yetkili Bakanlık öyle bir şey hazırladı ki hepimiz önce bunun gerçek olup olmadığını anlamakta zorlandık. İşkence, tecavüz, hunharca muamele, aç susuz bırakma, durmadan üretme gibi konularda hayvanları koruyacak hükümler yerine ağırlaştırılmış "soyutlayıcı ve nihayetinde yok edeceği yüksek ihtimal" olan hükümler çıktı karşımıza.

Hukuki yorum ve terminolojiye girmeden en kısa şeklini söylemem gerekirse; "hiç bir yerde sahipsiz kedi ve köpek kalmayacak". Hepsini sahiplenip evlerimize alamayacağımıza kuşku yok. (Bıraksalar belki onu da yaparız ama o başka mevzu.)

Belli bir sürede sahiplenilmeyen hayvanlar için batıda "sevgiyle öldürme" adıyla sunulan "ötanazi" işlemi de bu yeni düzenlemede bütün ihtişamıyla yer almakta. Yani "sahiplenen yoksa, sokakta çöp sayılır, öldür gitsin" der gibi.

İnsanın yüreği titriyor. Hele sokakta bir kedi paçanıza sürtündüğünde içinizin coşmuşluğu, bir köpek gözlerini gözünüze diktiğinde erimişliğiniz varsa…

Bunun için Türkiye, tarihinde olmadığı kadar sürekli hayvan hakları eylemlerine, protestolara sahne oluyor. Bir hayvanla yaşamında bir dönem paylaşmış ve paylaşmakta olanların çoğunun neredeyse son bir buçuk yıldır huzurlu uykuya, güzel bir tatile, dinlenmeye her şeye hasret kaldığından eminim. Çünkü her sabahımız yeni toplu ölümler, tecavüzler, beli boynu kırılıp gecenin soğuğunda betonlara bırakılmış köpeklere gebe; her gecemiz "yine nerede vahşi sürek avı olur?" diye yürek ağızda endişe içinde huzursuz yaşanıyor. Gün içinde an geçmiyor ki sahibinin canını yakmasından irkilen bir ineğin ani hareketini "inek vahşeti" olarak yazmakta tereddüt etmeyen medyadan hayvanlara karşı öfke, linç dolu yazılar fışkırmasın.

Her yandan sarılmış bir çaresizlik içinde hayvan dostları. Yüzlerce haksızlık içinde en yakın, her an herkesin görebileceği en yakın tehlike ise kedi ve köpekler olduğu için tüm savaşımızı onlardan başlatıyoruz gibi görünüyor. Onlar ve hepsi aslında. Hayvanların yaşaması için doğal denge, ekonomi, sevgi gibi mazeretlere bile ihtiyacımız olmamalı. Buna rağmen her yönden anlatmaya çalışıyoruz onlardan, yaşamalarından vazgeçmeyeceğimizi.

Endişeyle takip etmekte olduğumuz yasanın özü bu gün sokaklarda gördüğünüz tüm kedi ve köpeklerin öyle veya böyle toplanarak şehirlerden azıtılmasıdır.

Bundan sonrası nasıl olur biz de bilemiyoruz ama bir yolu varsa mutlaka bulacağız. Yoksa da bulacağımız bir yol yaratacağız. Gözlerimize bakan masumları ateşlere elbette atmayacağız, attırmayacağız. Önümüzdeki günlerde yine zincirleme protestolar başlayacak yurdun her yanında.

Kısaca şunu demek istiyorum. Kediler ve köpekler vitrin raflarında, sürekli üretimle çoğaltılmış birer paket eşyaya dönüşmesin istiyorsanız, sokaklarda vahşi sürek avları yüreğinizin bir yanını yakıyorsa bize bir nebze kulak verin. Belki sizin de yapabileceğiniz öyle önemli bir şey vardır ki, "işte buydu" diyerek bir rahat nefes aldıracak hepimize. Kim nereden bilebilir ki?

Sözlerimi, sevgili Panter Emel'in (Emel Yıldız) bir toplantıdaki sözleriyle tamamlamak isterim:

Köpekler kendi aralarında insanlığın haline bakıp bakıp tersten konuşurlarmış. HAV HAV HAV. "Hav halimize vah hallerine" dememek için yaşam hakkı için çalışmaya, anlatmaya, devam elbette.

Yorumlar

İnsanın çevresindeki diğer canlılara karşı tavrı ve hassasiyetinin somut göstergesi sokak hayvanları sorununda ortaya çıkıyor. Bana göre sokak hayvanlarına karşı tutumumuz aynı zamanda başka canlılarla dünyayı paylaştığımız gerçeğinde simgesel bir önem de taşıyor. Öte yandan bu hassasiyetin sadece simgesel boyutta kalmaması gerekli.

Kontrolsüzce kapıldığımız tüketim çılgınlığından hayvanlar da nasibini alıyor. Acımasızca doğranan, sütü için ömrü buyunca kafeste tutulan, ekin hasadı gibi toplanan ve kesim bandına giden, derileri kemikleri ve başka uzuvları için öldürülen hayvanları sadece bir "hayatta kalma" ve "doğa yasası" kavramıyla açıklamak insana özgü kurnazlıklardan biri.

Hayatta kalmaya ihtiyacımız var, 110 kiloya çıkmaya değil. Örtünmeye ihtiyacımız var, kürke değil. Hayvanlarla hayatı paylaşmaya ihtiyacımız var, süs eşyasına değil.

Sokak hayvanlarıyla olan ilişkimiz, dizginleyemediğimiz tüketim ve bencillik hastalığımızla doğrudan bağlantılı. Ve diğer tüm hayvanlarla ilişkimiz de.

Batı (buna Kapitalizm de diyebilirsiniz) insanoğlunun emek ve yaşantısına taarruz eden sisteme karşı oluşacak muhtemel duruşları engellemek için modern çağda çeşitli fikir akımları üretti. Çevrecilik, yeşilcilik, hayvanseverlik, eşcinsel hakları vs

Buna mukabil bireyin öne çıktığı, kazanma ve tüketimi sorgulanamaz hak gören anlayışı da yücelttikçe yüceltti. Oysa dünyanın herhangi bir yerinde bir kişi bile açsa, bir hayvan bile lüzumsuz öldürülüyorsa kazanç da tüketim de haksızdır.

Aslında anti kapitalist bir karşı duruş az önce saydığım ve kimsenin itiraz edemeyeceği akım ve fikirleri zaten kapsar.

Elbette ve şüphesiz mücadele etmek ve elinden geleni yapmak takdire değerdir. Ancak resmin tamamına bakmadığımız sürece vicdanımızla modernizm arasında sıkışmaya devam edeceğiz.

Sokak hayvanları için düşünülen çözümler "modernleşmenin" getirisidir.

Modernleşmeden ne anladığınız ve ne beklediğiniz ise size bağlı.

Korhan Baran - 15 Şubat 2013 (18:44)

Sayın Korhan Baran, yazıya kattığınız değer için minnet duydum. Yakın ve en anlaşılabilir, anlatılabilir mağdurlarımız kedi köpek ve kuşlar olduğundan her gün yeniden onlarla başlıyoruz mücadelemizi anlatmaya." Hayatta kalmaya ihtiyacımız var, 110 kiloya çıkmaya değil" ve devamındaki tüm cümlelerinize katılmamak mümkün değil. Resmin tamamına bakıldığında, (ki baktık, yandık, yanmaya devam ediyoruz) en yakınınız ve sevdiğinizle başlayacak en yakıcı tartışmaları da göze almış oluyorsunuz.

Ötelenmeyi, "e bu kadarı da abartı" diyerek bazı hayvanları yemeyi, bazılarını giymeyi hak gören çoğunluğun alaycı yaklaşımlarını göze alıyorsunuz.

İyi ki aldık, alıyoruz. Sokak hayvanları yangında ilk tutuşacaklardır ve sarı öküzümüzdür de, en çok da ondan düşmez dilimizden. Yoksa deney masasında yatan tavşan, avlakta yaralanıp yere düşen ördek, ormanda vurulan domuz, gıda fabrikalarında doğranan tavuk ve kürkü canlı canlı üzerinden çalınan vaşak ya da çinçilanın acısını farklı farklı duymayız. Acı aynı, keder aynı. Elbette mücadele de aynı. Umarım bir gün "nasıl başardık?" yazılarını paylaşalım.

Hülya Yalçın - 18 Şubat 2013 (23:48)

diYorum

 

87
Derkenar'da     Google'da   ARA