Patronsuz Medya

Savunmanın kör noktası

Hülya Yalçın - 16 Şubat 2012  


Staj Eğitim Merkezindeki Avukat Hakları derslerinde genç meslektaşlarıma mutlaka bir soru sorarak başlıyorum her derse. Bu dersin adı ders, kendisi meslekî paylaşımlar ve motivasyon uygulaması bence.

Zaten uzun yıllar hukuk eğitimi almış genç hukukçu arkadaşlarıma yeniden fakülte havasında ders anlatmaktansa meslekî pratik ve sosyal gerçeklerle yüzleşmeye ilişkin konuşmayı tercih ediyorum kendi adıma.

Onlara her gün karşılaştıkları, sıradan bir insanın öylece "pat" diye sorduğu soruyu yöneltiyorum. "Bir çocuk tecavüzcüsü ve katilini savunur muydunuz" diyorum.

Avukatın, istemediği işi almama hakkını da göz önüne alarak "kesinlikle hayır" diyenler olduğu gibi, "evet herkesin savunulması prensibine inandığım için alırım" diyenler de oluyor. Toplumun bakış açısını da düşününce her türden suçlunun avukatlığını yapabilmek öyle kolay bir iş değil.

Bir suç meydana geldiğinde, suçlu konumundaki kişinin büyük bir yalnızlığı vardır. Suçlu olduğu düşünülen kişinin önüne bir çizgi çizdiğimizi düşünelim. Bu çizginin öte yanında, başta basın olmak üzere; polis, jandarma, emniyet birimleri, Cumhuriyet Savcıları, Hakimler, tüm kollarıyla medya, mağdurun yakınları ve empatik olarak yakınlık hissedenler vardır. İstisnai durumlar dışında bu hep böyledir.

Şüphelinin yanında ise sadece her koşulda onunla olması doğal olan ailesi (bazen onlar da çizginin ötesinde olurlar) ve avukatı bulunur. Bu durum çizginin karşı tarafındaki kalabalığa avukatın da tamamen tek başına bir savaş vermesi gibi algılanabilir, ama gerçekte, hukukun tam anlamıyla adilane bir uygulama sahası bulabilmesinin olmazsa olmazıdır. Diğer yandakiler doğal olarak diğer yandadır.

Adaletin tecellisi için şüphelinin savunmaya eşit silâhlarla katılması Türk Ceza Sisteminin en önemli prensiplerinden birisidir. Burada Hakim için diğer yan derken, şüphelinin yanında doğrudan yer almamasını kastediyorum. Çoğu avukat, sanık muhakeme sonunda beraat etmiş olsa bile "çocuk katili ve tecavüzcüsünün avukatı" damgasını yemek istemez. Toplum hafızası beraat ya da aklanmayı değil bütün berraklığıyla en başta vurulan ve lekesi hiç çıkmayan damgayı hatırlamaya meyillidir.

İşte tam da bu nedenle çizginin bu tarafındaki kişiyle yanyana duran hukukçuların sorumluluğu direkt adaletin uygulanmasıyla ilgilidir. Bunun savunulacak nesi olabilir ki? Suçüstü yakalanmış, bir sürü şahit var, itiraf da etmiş işte diyerek orada avukatın bulunmasını yadırgayan sözleri sıkça duyarız.

Olaya ters yönden bakılmasını sağlayabildiğimizde ise bunun aslında hakka, adalete mutlak bir katkı ve zorunluluk olduğunu görüyoruz. Şüphe ile insanların mahkûm edildiği bir sistemde adalete güven mümkün değildir. Avukatın durduğu nokta ise "zanlının savunma hakkının yasal olarak en üst düzeyde korunması" noktasıdır.

Şöyle düşünelim; siz de "bir katili savunmam, savunulmamalı" diyenlerden olun sözgelimi.

Teknik olarak "katil" nedir? "katleden" yani öldüren kişidir. Bunda bir şüphe yok. Bir akşam evinize geldiniz, aracınızdan inerken küçük çocuğunuzu boğmaya çalışan birini gördünüz diyelim. O anda hemen polisi arayabilen, yardım istemeyi düşünebilen kaç soğukkanlı kişi çıkar bilmiyorum ama, tahminim direkt üstüne atlayıp çocuğunuzu onun elinden alırdınız hepiniz.

Bu arada öfke ve panik de devreye girince sert bir iki yumruk da attınız varsayalım. Saldırgan yere düştü, düşerken başını betona çarptı ve hayatını kaybetti. Üstelik o telâşta fark etmediniz ama yaşı küçük bir çocuktu diyelim saldırgan.

Bütün ayrıntılar bir yana, siz o anda teknik olarak bir "katil" sinizdir artık. Tıpkı bunlar savunulmaz "çocuk katili tecavüzcüler" denilen şüphelilerden birisi gibi. Sebepleriniz, infialiniz hiç bir şey bu gerçeği değiştiremez. O anda çizginin beri yanında tek başınıza kalmak ister miydiniz?

Ya da sizin olay anındaki duygularınızı, kapıldığınız infiali, gözünüzün kararmasını, deliye dönüşünüzü, tehlikeyi bertaraf etmeye çalışırken kastınızı aştığınızı fark etmediğinizi hukuki teknikle diğerlerine anlatacak birinin varlığını şiddetle arar mıydınız? İşte mesele burada. Avukat suçlunun suçu işlemediğinin değil, işlenen suçun adil bir şablona oturtularak, ne eksik ne fazlaya kaçmadan "adil bir yargılama yapılmasının" güvencesidir. Böyle olduğu zaman adalete güvenecektir insanlar.

Herkesin sonuna kadar adil bir süreçte yargılanması, adli kaçakların sızıntıların da önüne geçebilir. Suç işlenmeyen toplum yoktur. Toplumlar arasındaki asıl fark, suçların cezalandırılması sonucuna giden hukuki sürecin niteliğidir. Adil bir yargılama, bütün delillerin hakkıyla değerlendirilmesi, hukuki prensiplere uyularak yapılan bir muhakeme herkesi ve en başta kamu vicdanını tatmin edebilecektir.

Suç ve ceza açısından tatmin olmayan kamu vicdanı sürekli homurdanan bozuk bir araç motoru gibi huzursuzluk verir insanlara. Nerede stop edeceği ya da aniden alev alıp tutuşacağı belli olmayan potansiyel bir arıza.

Bu nedenle hukuk herkes içindir demeli, hukukun kanundan öte bir kavram olduğunun altını kalın bir çizgiyle belirlemeliyiz.

(Not: Kayseri'de geçtiğimiz yıllarda ortadan kaybolan üç küçük çocuğun uzun bir süre sonra ölmüş olarak bulunması ve failleri olarak yakalanan kişilerin savunmasını hiç bir avukatın üstlenmemesi yüzünden uzun süre avukatsız kalmaları nedeniyle çıkan tartışmalardan yola çıkarak örnekledim bu konuyu).

Suç ne olursa olsun, suçlunun savunmasını yapmak demek "illâ ki onun suç işlemediğini kanıtlamak" değil, suça giden süreçte yaşanılanları da hukuki potada değerlendirip, mahkemeye sunarak, suç ve cezada dengeyi sağlamaktır. Eminim pek çok meslektaşım bu konuda benzer sorunlarla karşılaşmış ve karşılaşmaktadır. Hukukun artık basın ve siyasî söylemler yoluyla herkesin hayatına yakinen dahil olması nedeniyle böyle bir açıklama yapmanın zamanı gelmişti.

Herkese adil paylaşımlı bir dünya diliyorum.

Yorumlar

Devlete kapılanır kapılanmaz kendisini tek kişilik bir devlet zanneden ezik insanların gücü bazen kötücül olabiliyor.

Fakat, kim ne derse desin, dünyada güzel şeyler de oluyor; insan sağduyusuna her şeye rağmen güvenmek gerektiğini gösteren…

Haber şu:

"Ankara 2 No'lu DGM Üyeliği ve 7. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimliği'nin ardından yıllarca Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı görevini yürüten İbrahim Kozan, geçen yıl emekliye ayrıldı. Kozan, baro levhasına yazılarak, avukatlık yapabilmek için Ankara Barosuna başvurdu."

Sonra ne oldu peki?

"Başvuru, Ankara Barosu Yönetim Kurulu'nca 29 Şubat Çarşamba günü karara bağlandı.

Yönetim Kurulu, Kozan'ın başvurusunu oy birliğiyle reddetti.

Ret gerekçesi olarak ise Avukatlık Kanunu'nun "Avukatlığa kabulde engeller" başlıklı 5. Maddesinin (c) bendinde yer alan "Avukatlık mesleğine yaraşmayacak tutum ve davranışları çevresince bilinmiş olmak" hali gösterildi."

Kozan'ın tutum ve davranışlarıyla ilgili olarak avukatların daha önceki şikâyetleri özetlenen raporda, Kozan ile ilgili ''neredeyse rekor kıracak biçimde'' şikâyet bulunduğu ifade edildi.

Raporda, Kozan'ın, ''avukatın diğer yargılama makamlarıyla eşitliğini içselleştiremediği, avukatlığa ve avukatlara saygı duymadığı, onlara nezaket sınırlarının dışında söz ve eylemlerde bulunduğu, bir avukata basit müessir fiil uyguladığı, bu davranışlarının kendi meslektaşlarınca dahi yadırgandığı, hakkında birçok şikâyet ve tutanak bulunduğu' 'ifadelerine yer verildi.

Emekli hakime barodan ret (NTVMSNBC)

Gökler Hakimi Gordon - 4 Mart 2012 (20:16)

Memleketimden "Adalet" manzaraları: Savcıların yerine mütalaa yazan, davanın taraflarını dinlemeye gerek görmeyen, duruşma açmaksızın dosya düzenleyen hakimler, önlerine konan dosyaların kapağını dahi açmayan, duruşmalara girmeye gerek görmeyen savcılar…

Hızlı hakim tembel savcı! (Radikal)

Adalet Cimcoz - 17 Mart 2012 (15:39)

Kimin sözüydü bilemiyorum, "adalet pahalı bir iştir" diye söz duymuştum. Galiba "adalet, tarifeye bağlı bir alışveriştir" dense daha yerinde olur.

Vicdan ve haysiyet sahibi yargı mensuplarını günde beş vakit tenzih ederim tabii ki. Sözüm ortaya…

Algıda seçicilik mi bilemiyorum, son günlerde ne zaman gazeteleri açsam, bir iki tane "yargıda rezalet" haberi ilişiyor gözüme. İşte bu da bugünün spesiyalitesi:

Rüşvet karşılığı beraat kararı verdi

Zabıt kâtibi B. K para karşılığında tutuklanması gerekenlerin nasıl serbest bırakıldığını ise şu örnekle anlattı:

"A. Y'nin kardeşi M. Y'nin firari olduğunu ve ifade vermesi gerektiğini, fakat tutuklanmaması gerektiğini istediklerini söylediler. Ben de şahıstan M. Y'nin bilgilerini aldım ve savcı M. Ü'ye odasında anlattım. Ertesi gün savcı Bey bana 'Dosya asliye cezada, hakimi N.T, ben bir üye hakimle görüştüm, konuyu çözebileceğini ve asliye ceza hakiminin kendisini kırmayacağını söyledi. Şahıslardan 20.000 euro alıp gel 'dedi. Durumu aracı S. Y'ye anlattım. Tamam dedi. S. Y. Beni kafeye çağırdı. Siyah bir poşet içerisinde 24.750 euro para verdi. 4.750 euroyu kendim aldım. 20.000 euroyu savcı M. Ü.'ye verdim. Savcı bana 'Perşembe günü söyle onlara mahkemeye gitsinler, avukat götürmesinler, ifadesini alıp bırakacaklar 'dedi. Daha sonra S. Y. Beni aradı ve M. Y'nin tutuklandığını, 50 adamla adliyeye geldiklerini, hesap soracaklarını söyledi. Hemen savcı M. Ü.'nün yanına gittim. 'Nasıl olur 'dedi. Yarım saat sonra beni çağırdı ve 'Hâkimle konuştum. Bana M. Y. Ve avukatı mahkeme esnasında tabir yerinde ise gider yapıp kaba konuştuklarını, bu nedenle tutukladığını, eğer gerekirse mahkeme gününü erkene alıp serbest bırakabileceğini söyledi 'dedi."

Mahkeme kâtibi rüşvet ağını itiraf etti (Fatih Yağmur - Radikal)

Adalet Kıyak - 21 Mart 2012 (12:22)

Gün geçmiyor ki gazetelerde yargı ve emniyet kurumunun çürümüş yapısıyla ilgili yeni bir haber okumayalım. Rüşvetle satın alınan, hatta maaşa bağlanmış polis savcı yargıç, ortadan kaybedilen deliller, yoktan var edilen deliller, "bu kadar da olmaz artık" dedirten mahkeme kararları…

O zaman insanın soracağı geliyor: Mahkemeler ne işe yarar? Belimize silâhı kuşanıp kendi adaletimizi kendimizin sağlamasının önündeki tek engel, istikbalimizi karartma ya da bahtımızı aydınlatma yetkisine sahip bazı tıynetsizleri maaşa bağlayabilecek maddî güce sahip olma-olmama durumumuz mu diye.

Şu habere bakın lütfen:

"Kan davasından dolayı altı cinayeti azmettirmekle suçlanan Metro Turizm'in sahibi Galip Öztürk'ün 10 polis ve savcıyı maaşla kendisine bağladığı ortaya çıktı. Radikal'in elde ettiği özel bilgilere göre Galip Öztürk, cinayet dosyalarına bakan savcılara düzenli olarak maaş ödedi. Öztürk hakkındaki yakalama kararını kaldıran Y. Ö. isimli bir savcı emekli olduktan sonra da Metro Turizm'de avukat olarak işe başladı. Öztürk, bazı polisleri de 'köstebek' olarak kullanarak kendisi hakkında yapılan araştırmaları öğrendi."

Cinayetler maaşla örtülmüş (İsmail Sağıroğlu - Radikal)

Böyle bir yargı dekadansında avukat savunma yapsa ne yazar yapmasa ne yazar?

Franz Kafka - 30 Mart 2012 (12:40)

Yargının hükümetin emrinde olduğu ve muhalefeti baskı altına almaya çalıştığı ve benzeri iddialar, gözlemlerini sadece o zaman dilimine mahsus bir şey zanneden ampirik bir bakış açısının ürünüdür.

Yargı, tarih boyunca muktedir olan her kimse, onun hizmetinde değil miydi zaten?

Asıl hata, yargının sanki uygun koşullar oluşsa, özerk ve yansız olabileceği ve "adaletli" kararlar alabileceği zannına kapılmak değil midir? Ne zaman oldu ki bu?

"İddianamenin 'politikacı' karakteri, sadece örgütlenme ve ifade özgürlüğüne yönelik kadim tekçi merkezi devlet aklını öne çıkarıyor olmasında yatmıyor. İddia makamının BDP=PKK formülü, aslında Başbakan Erdoğan'ın yeni Kürt stratejisini açıklarken kullandığı 'terör örgütünün parlamento çatısı altındaki uzantıları 'ifadesinin iddianemeye dökülmüş halinden ibaret.

Yine iddianame, İdris Naim Şahin'in, "Terör bazen akademik çalışma, bazen şiir, bazen sinema halinde gelebilir" yönlü ünlü nutkunun mesajını kâmilen almış bir metin.

Yargı bir tiyatrodur dedik. Foucault'nun da severek kullandığı bir metafordur bu. Türkiye'de metafor biraz değişik: Yargı, iddia ve savunmanın denk güçlerle karşı karşıya geldiği, yargıcın son sözüyle, kararıyla kapanan bir teatral düzenek değildir; olağanüstü (özel yetki) güçle donatılmış bir iddia makamının, toptancı bir akılla ve toplu biçimde şüpheliler üretip onlar etrafında nutuklar attığı, savunmanın hapis tehdidi altında olduğu bir arenadır."

Kapitalizmi savcılık mı kurtaracak yoksa? (Ali Topuz - Radikal)

İdris Naim Şahin denen zata illet oluyoruz, çünkü hazret, bulunduğu makamın karakteristiğini en polarize (ve karikatürize) biçimde temsil ediyor. Bizi bir anlığına da olsa kendimizi kandırma lüksünden yoksun bırakıyor.

"Ben iktidarım, iktidar işte böyle olur" demenin kaba saba yalın halidir tüm söyledikleri. Garipsenecek bir tarafı yoktur.

Durmuş Düşünür - 6 Nisan 2012 (12:48)

Yargılama sistemimizin dört temel kuralı vardır:

1- Sanığın SUÇLULUĞU esastır,
2- Şüphe sanığın ALEYHİNE yorumlanır,
3- Sanığın TUTUKLU yargılanması esastır,
4- Avukat, sanığın cezalandırılmayan şerikidir.

Hüseyin Özbek - 28 Ağustos 2013 (14:49)

diYorum

 

68
Derkenar'da     Google'da   ARA