Patronsuz Medya

Hayvanlar ve Hukuk

Hülya Yalçın - 1 Nisan 2011  


"Hiç bir hayvan doğasının gerektirdiği hayatından çıkıp da insanlar için sirklere, bekçiliğe, mezbahaya talip olmamıştır."

* * *

Derkenar'ın notu:

İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu Başkanı Avukat Hülya Yalçın, hukukçu kimliğinin yanı sıra, aktif bir hayvansever. Her gün Türkiye'nin dört bir yanındaki hayvanseverlerden yardım çağrıları alıyor ve gücü yettiğince her birinin ayrı ayrı yardımına koşuyor.

Hayvanseverlikte gönüllülük esasının önemli olduğuna inanıyor ve bu yüzden hayvan hakları ve hayvanlara yapılan kötü muamelelerle ilgili davalara hayvanlar adına ve onlar için gözlemci müdahil sıfatıyla katılarak bu konuda hukukçuları ve dava taraflarını cesaretlendirmeyi hedefliyor.

Önümüzdeki günlerde İstanbul Barosu'nda hayvan hakları konusunda düzenlenen bir panele de başkanlık edecek olan Hülya Yalçın'la hayvan hakları konusunda bir söyleşi yaptık.

* * *

Derkenar: Hayvanseverlerin zaman zaman karşılaştığı bir durumdur; zor durumdaki ya da kötü muameleye maruz kalmış / kalmakta olan bir hayvan görür, yardım etmek istersiniz. Ama ne yapılabileceği konusunda şaşkınsınızdır. Bu durumdaki hayvanlar için acilen neler yapılabilir, kime, nereye başvurulur, hayvanın -ya da onu korumak isteyen hayvanseverin- bu durumdaki hakları nelerdir?

Ne yazık ki zaman zaman değil, hayvanseverlerin neredeyse hayatının her anında karşılaştığı bir durumdur bu. Algıda seçicilik mi denir, gerçek ve korumacı bir sevgi refleksi mi denir bilmem ama, hayvanseverlerin çok da keyifli bir hayatı yoktur. Her gittiğiniz yerde, mutlaka bir hayvana zarar verildiğini, hırpalandığını ya da çok aç çaresiz durumda olduğunu görürsünüz. Çoğu zaman da fiziksel saldırı ve tacizle karşılaşıp hem hayvan için üzülür, hem "insanın bu derece kötü" olabileceğine şaşırırsınız.

Bu durumda acilen yapılacak ilk şey, her zaman dediğim gibi birey olarak anında müdahale edip hayvanı kurtarmaktır tabii ki. Bunun dışında süreklilik arzeden aç bırakma, dayak, kapatma, dövüştürme, işkence gibi olaylar için en acil durumlarda emniyet birimleri yani en yakın polis karakolu aranmalıdır. Yakın zamana kadar hayvanlarla ilgili konularda nasıl bir yön izleyeceği konusunda görev tanımı nedeniyle kararsız kalan polis, artık bizlerin de yardımı ve bilgilendirmesiyle daha bilinçli olarak yaklaşmaktadır bu konulara.

Bir köpeğe tecavüz edilmesi kamu vicdanında suçtur. Ama kanunda suç olarak tanımlanmamış, kabahat olarak idari para cezası ile karşılanmıştır. Bu değişecek. Çünkü bu yüzyılda bu ayıbı ülkemizin taşımasını, çaresiz hayvanlarımızın daha fazla bu tacizlere maruz kalmasını durdurmaya kararlıyız.

Lokal olarak birbirini tanıyan, hayvanları seven insanlar arasında acil durumlar için telefon zinciri oluşturulması önemli. Biz semtimizde bunu yapıyoruz. Kimin hangi konuda yardımcı olabileceğini önceden belirlediğimiz aralıklı toplantılarla tespit ediyor ve iletişim numaralarımızı kaydediyoruz. Bu önemli.

Dernek ya da STK'ların da hızlı ve direkt sonuca odaklı bir hareket tarzı benimseyip eski hantal yapılarından kurtulmaları gerekiyor. Ülkemizdeki her çeşit dernek tanımı ne yazık ki insanlarda olumlu duygular oluşturmuyor. Bu imajların yerine güvenilir, samimi ve sonuca odaklanmış enerjik oluşumlar görmek istiyor insanlar.

Hayvanlara yardım için bir başka yol da, bulunulan yerdeki İl Çevre Müdürlüğü'nden yardım istemektir. Tecrübemle söylüyorum ki acil durumlarda telefonlar silsilesi sonucunda "görevlimiz yok, ben konuyu bilmiyorum" cevabını alacağınız için acil durumlarda bunu önermiyorum. Süreğen konular için ısrarlı başvurularınız bu kurumu harekete geçirerek gerekli yaptırımların uygulanmasını sağlayabilecektir.

Aciz bir canlıya yardım edebilme arzusunun hukuki bir temele, hakka dayanmasına bile gerek yoktur. Doğuştan kazanılmış yaşama hakkını koruyamayan canlıyı daha güçlü olana karşı korumaktır asıl olan. Ben bunu bizzat kendi insan haklarıma dahil ederek savunuyorum. Çünkü yasalar nezdinde de böyle bir hakkın tanımı yok.

* * *

Derkenar: Eziyet gören bir hayvan için polise ya da savcılığa yapılan bir şikâyette, söz konusu ilgililerin vurdumduymaz davranmaları karşısında neler yapılabilir?

Yukarıda da söylediğim gibi polis hem bu konudaki bilgi eksikliğinden, hem de iş çokluğu arasında bir de hayvanla uğraşmayı eklememek için konuları gözardı etme eğiliminde olabilir. Ancak toplumsal huzurun bekçisi olan emniyet birimleri "toplumsal huzuru büyük ölçüde bozan hayvansever ve hayvansevmez tartışmaları" nı direkt görev tanımı içinde çözmek zorundadır. Biz buradan yaklaşıyoruz olaya.

Tecavüz edilen bir köpek düşünün. Hayvan ne beni kurtarın diyebilir, ne kaçabilir, ne de acısını anlatabilir. Onu siz, ben, bizim gibi insanlar görüp, bilip, korumak ve onu taciz edenin cezalandırılarak, benzerlerinin de durdurulmasını sağlamak için harekete geçmesi gereklidir.

Bu durumda tecavüz, dayak ve işkencenin faili ile biz karşı karşıya geliriz. Bu artık bir hayvan hakkını aşıp karşılıklı iki insanın "hayvan nedeniyle" hasım olmaları demektir.

İşte bu nedenle polis bu karmaşaya sessiz kalamaz. Yakın zamanda Beyoğlu Huzur Toplantısı'nda tanıştığımız Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürü Sayın O. Yıldırım ile bu konuyu özel bir görüşmede bizzat ele aldık. Pilot bölge olarak Beyoğlu'ndan başlayarak bu konuda gelen ihbarların nasıl karşılanacağı, nasıl yönlendirileceği ve adli sürecin başlatılması hususunda yardımlaşma ve sivil halkın da bilgilendirilmesi için toplantılar yapmayı planladık. Başarılı olacağına inancım sonsuz.

Cumhuriyet Savcılıklarında ise durum biraz daha farklı. Suç duyurularını alan Savcılıklar öncelikle ve sadece suçun tanımına, kanunda yeri olup olmadığına bakıyorlar. Köpeğe tecavüz, yakma, zehirleme, öldürme gibi fiiller için "bir insanı cezalandırmak" hâlâ içsel olarak çoğu savcının zoruna gidiyor diye düşünüyorum. Bize dönüşleri hep "insanlara neler yapılıyor, bir de hayvan için mi…" diye başlayan cümleler oluyor. Biz de ısrarla ve inatla "insanın insana yaptığının suçlusu yine insandır" diyoruz. "Hayvanın yaşama hakkının korunması, benim insan hakkımdır" diyoruz. Bıkmadan suç ihbarlarına devam ediyoruz. Artık meyvelerini almaya başladık.

Çok cesur ve yeniliklere açık savcıların olduğunu bilmek güzel bir duygu. Çünkü kanunları yapılandıran şey uygulamaya gelen taleplerdir. Hiç hırsızlık olmayan bir ülkede "çalmak" diye bir suç olur mu? Tabii ki olmaz, çünkü öyle bir fiil yoktur. Ama her gün şiddetle çalkalanan ülkemizde hayvanlara yapılan insanlık dışı muameleleri, bunları durdurmak isteyen insanlara yapılan hakaret, saldırı ve tacizleri de düşünürsek HAYVANLA İLGİLİ SUÇLARIN ciddi olarak cezalandırılması gereken ŞİDDET SUÇLARI'nın başında geldiğini görürüz.

Biraz daha zaman alacak belki, ama yakında mutlaka C.Savcıları da bu konunun önemini kavrayarak, olayın sadece "it, kedi" davasıyla kalmadığını, önemli olanın hunharca davranan bu kişilerin aslında pimi çekilmiş bomba gibi toplum içinde tehlike ve kaos yarattıklarını görecekler. İşte o zaman hem önleyici tedbirler için harekete geçilecek, hem de bu sadist kişiler cezalandırılarak kamu vicdanı rahat bir nefes alacaktır.

Adliyelerin yükü artmasın diye sürekli reddedilen "hayvana karşı şiddet suçları" taleplerimizin ardı kesilmeyecek. Bu konudaki son talebimiz AKP İstanbul Milletvekili meslektaşımız Sn. Av. Ayşenur Bahçekapılı'nın da desteğiyle ve öncülüğüyle Türk Ceza Kanununa özel bir madde monte edilmesi ve hayvana karşı hunharca hisle girişilen fiillerin cezalandırılması yönünde TBMM'ne sunulmuştur.

Gerekçelerimizde de belirttiğimiz gibi; hayvanlara karşı kötü davranan çocuklar çok büyük ihtimalle sosyopat, seri katil, uyumsuz ve suçlu olmaya namzettir. Bu bir erken uyarı alarmıdır aslında. Bu işaretleri zamanında ve doğru okumak tüm toplum için getirisi olacak bir davranıştır.

* * *

Derkenar: Pet shoplarda kafeslere kapatılmış satılması beklenen hayvanların durumu içler acısı. Bu hayvanların çoğu daha vitrindeyken hastalanıyor. Bir kısmı da sonradan bakılamayıp sokaklara atılıyor. Bu durumda biz Pet shoplara mı, yoksa pet shoplarda canlı hayvan satışına mı karşı çıkmak gerekir?

Uzun vadede ve mutlaka gerçekleşmesi gereken durum, aslında pet shoplarda canlı hayvan satılmamasıdır. Hem oraya gelişleri, hem bekleme süreleri, hem beğenilmeyince getir götür ya da sokağa atılışları gerçekten bir dramdır. Bakım ve tedavileri asla yapılmayan bu hayvanlar aslında bütün konu başlıkları içinde en ağır durumda olanlardandır.

Petshoplar 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu'nunda ve uygulama yönetmeliğinde belirtilen hiç bir şartı yerine getirmediği için durum bu kadar vahimdir. İstanbul Eminönü'ndeki canlı hayvan satış pazarı için senelerdir yaptığımız mücadele de sırf bu kanunun uygulanması için gerekli personel ve fizik şartların olmadığını söyleyerek işlem yapmayan il çevre müdürlüğünün harekete geçirilememesi nedeniyle bir türlü yol alamamaktadır.

Hayvanseverlerin mutlaka bilinçlenmesi, kanunu okuması, özellikle de İNİSİYATİF KULLANABİLME CESARETİNE sahip olması bence çok önemlidir. Resmi birisiyle konuşurken bile "acaba şunu söylesem suç olur mu" korkusuyla hayvan korunamaz. Kaldı ki hiç bir şey hayvanlara yapılanlardan daha yanlış ve korkunç olamaz.

Bizim yapmamız gereken şey, mutlaka pet shoplarda canlı hayvan satışına karşı durmaktır. Ancak bunu yaparken mevcut hayvanları orada bırakıp, gözden çıkarıp, almayalım, talep olmasın bitsin gibi bir yol öneremiyorum. Bunu önerenlere de şiddetle karşı çıkıyorum. Çünkü oradaki bir hayvanın da bir hayatı var, sadece bir hayat. En az bizimki kadar önemli. Nasıl böyle zalimce "almayalım, satılmasın" denilebilir ki.

Yönetmelik gereği denetimlerini yaptırarak, takip ederek, kanundışı her durumu yetkilileri zorlayıp tespit ettirerek pet shopları kontol altında tutabiliriz. Ama demin de dediğim gibi CANLI HAYVAN SATIŞININ TAMAMEN YASAKLANMASI asıl hedefimizdir.

* * *

Derkenar: Hayvanat bahçeleri… Sirkler… Dolfinaryumlar… Bu tür, sermayesi hayvan olan yerler hakkındaki düşünceniz nedir? Konuya "bu mekânlar insanlara hayvan sevgisi aşılıyor" diye bakmak mı, yoksa "buralarda aslında hayvanlar istismar ediliyor" diye bakmak mı daha gerçekçi?

Hayvanların esir olarak tutulduğu hiç bir yerde sevgi yoktur. Sevgi aşılamak söz konusu bile olamaz. Olsa olsa para karşılığında esaretin şaklabanlık diye sunulması vardır. Bilinçsiz insanların çocuklarını hâlâ sirklere götürüyor olması, yunus parklarının iyileştirici sanılması, hayvanat bahçelerinin bahar şarkıları ve neşeyle ziyaret edilmesi benim gözümde toplumsal is karalarıdır.

Sirklerdeki hayvanların inanılmaz işkenceler sonunda sahnedeki hareketleri sergilediğini çok fazla kişi bilmez. Bunu sürekli anlatıyoruz. Dayak, elektrik, işkence; hem de sürekli.

Dolphinaryumlardaki yunuslara gelince; onlar aslında sevimli cana yakın çok akıllı hayvanlar. Ama en büyük özellikleri açık denizlerde saatlerce özgürce yüzmekken, yüzlerindeki gülümseme ifadeleri ve insana yakınlıkları yüzünden yaşamları uzun süren kâbuslara dönüşüyor. İyileşmek için kuyruğuna takılıp yüzen bilinçsiz insanlar, bunu öğütleyen hayvan simsarları, hangi birinden bahsetsem elimde kalır. Hayvan üzerinden o kadar büyük bir çıkar çarkı var ki tüm dünyada…

Kısaca şunu söyleyebilirim ki yunuslar gülmüyor… Ölemedikleri için çaresizce yaşıyorlar, daracık alanlarda ve mutsuz…

Sorunuzun cevabı net olarak HAYVANLARIN ACIMASIZCA İSTİSMAR EDİLDİĞİ'dir. Çocuklarına sevgi diye "esaret altında uyuşmuş, mutsuz hayvanları" göstermeye koşan ailelerin bir kere daha düşünmesini dilerim.

* * *

Derkenar: Hayvanların kürkleri için vahşice öldürülmelerinin önüne geçmek için neler yapılabilir? Bu konuda hukukçu ve hayvansever olarak hayvanseverlere neler önerebilirsiniz?

Bu konu büyük bir ekonomik sektörün ana maddesi olduğu için hukuken önüne geçilebilecek alan son derece kısıtlıdır. "Öldürmeyin, kürk yapmayın" diyebilecek hiç bir yasal dayanağımız yok. Bizde de dünyada da yok böyle bir uygulama. Ancak kürke olan talep azalır, bu sektör kazançlı olmaktan çıkarsa bir umut diyebiliriz. Yani hukuki değil, sosyal bir hareket şarttır burada.

Ülkemizde Kürke Hayır sitesi bu konuda son derece ayrıntılı ve güncel bilgileri paylaşmaktadır. Genç Veteriner Hekim arkadaşım O. Ezgi Berberoğlu ve ekibine bu konuda teşekkürü borç bilirim.

Kürk kullanan ya da kullanma hevesinde olanların mutlaka KÜRKÜN NASIL YAPILDIĞI konusunda bilgilendirilmesi, bence her hayvanseverin ilk kuralı olmalıdır. Gördüklerinden sonra hâlâ kürk kullanabilenlere elbette diyecek mantıklı bir sözümüz olamaz. Bunun için bilgilendirme, görsel ve yazılı ağı sürekli genişleterek bir parça kürk için bir canlının nasıl acılar içinde öldüğünü herkese anlatma konusu son derece önemlidir.

Hukuki olarak elimizde olan "hayvanlara iyi muamele" vs maddelerini işletmeye çalıştığımızda (ki bunu denemem bile) öldürme kesin gerçekleşecekken bile "sevdik, okşadık, acı çekmedi ki hiç" saçmalıklarını dinlemekten hicap duyarım. Çünkü öldürmek yasaklanmadığı sürece gelecek olan cevap budur ve hukuken geçerli olan budur. Hukukun her yere yetişemediği hayat tecrübesiyle sabittir.

Böylesi vahşet yaşanan bir durumda hayvansever ve aktivistlerin bilinçli organizyonlarla vahşete karşı sivil bir duruş sergilemelerinin önemli olduğunu düşünüyorum. Umarım yakın zamanda bizde de bu tür bilinçli gruplar ve egolarından arınmış insanlardan oluşan gerçek aktivistler ortaya çıkar.

Güven veren her türlü grup ve oluşuma hukuki desteğe hazır olduğumu her zaman olduğu gibi yine hatırlatmak isterim. Tek şartım güvenmek. Bunu hissedersiniz zaten.

* * *

Derkenar: Pitbull Terrier, Japanese Tosa, Dogo Argentino, Fila Brasileiro cinsi köpeklerin dövüştürülmesi, bildiğimiz kadarıyla kanunen yasak. Ama gene de önlenemiyor. Bazen bu hayvanların sahiplerinden alınıp "uyutulduğunu" öğreniyoruz. Ortada suç varsa, bu suçun faili Pitbull mudur? Pitbull gerçekten canavar bir hayvan mıdır? Bu konuda hayvanseverler ve Devlet ne yapmalı?

Bu konu da çok canımızı yakan bir konu. Bahsedilen köpek türlerinin ortak özelliği "çok güçlü ve fiziksel olarak farklı" olmalarıdır. Bir şehir efsanesi olan genleriyle oynamak, laboratuarda yeni köpek yaratmak gibi şeyler gerçek dışıdır. Onlar da diğerleri gibi sadece birer hayvandır. Daha güçlü olan hayvanlar.

Bazılarının türüne müdahale edildiği ve agresyonun bu nedenle fazla olduğu konuları da sık sık konuşulur. Bu köpekler dövüş için özellikle çok uzun süreli korkunç bir işkence döneminden geçiriliyor. Uzun süre aç ve susuz karanlık bir ortamda tutulduklarını biliyoruz. Uyumasına bile fırsat verilmeden sürekli demirlerle dövülmek, perişan edilerek iyice içgüdüleriyle saldıracak hale getirilmek buna dahil. Öyle bir an geliyor ki şartlanan hayvan, hareket eden her şeye gözü kararıp saldırıyor. Çünkü korku onu esir almıştır.

Ayrıntılarına girmeyeceğim vahşi yöntemleri bugün sokaktaki sıradan uyuz bir köpeğe uygulasanız aynı vahşette bir canlı elde edebilirsiniz. (Bunu yazarken de tedirgin oluyorum doğrusu, ama kalkıp da bunu deneyecek tarzda birinin de zaten bu yazıyı okuyor olmayacağını düşünüyorum.)

Köpek dövüşleri, horoz dövüşleri ve hayvanlar üzerinden bahis, kumar içeren tüm fiiller yasaktır. Direkt Emniyet Müdürlüğü'ne, karakollara ihbar edilmeli ve gerekli bilgiler net olarak eklenmelidir. Bu gibi ihbarlarda ihbarınızı birden fazla yere yapmanız önemlidir. Meselâ karakola başvuruyorsam, bir örneğini de Emniyet Müdürlüğü'ne, hatta İçişleri Bakanlığı'na göndermek gibi.

Bunun sebebine uzun uzun girmek istemem, ama yapılmasının son derece önemli olduğunu söyleyebilirim.

Tehlikeli ırkların toplatılmasıyla ilgili üçlü genelgenin iptali yönünde komisyon olarak dava açtık. İlk aşamada "sizin pitbul veya anılan cinslerden köpeğiniz yok, bu yüzden hukuki yararınız da yok" diyerek davayı geri çevirdiler. Biz de komisyonumuzun kuruluş amacını ve hukuki yararımızın aslında bire bir bu olduğunu açıklayan bir YK. çıkartarak yeniden müracaat ettik. Sonucunu yakında burada paylaşabilmeyi umuyorum.

Bu adaletsiz genelge nedeniyle pek çok kişi köpeğini terk etmiş, çoğu korkudan salıvermiş, çoğunu da işgüzar görevliler ev ev dolaşarak toplamıştır. Şimdi bakımevleri denilen tel çevrili yerlerde kalabalık perişan bir halde belirsizliğin içinde yaşamak zorundadır onlarca hayvan. Özellikle İzmir Seyrek Bakımevi'nde durum içler acısıdır.

Hukuku ve elimizdeki her doneyi zorlayarak bunların önüne geçmeye çalışıyoruz. İnsanların da buna yüz çevirmeden, ciddiye alarak bireysel destek vermesi, dilekçeler yazıp fikirlerini devlete bildirmesi gereklidir. Vatandaşlık da zaten bu değil mi?

* * *

Derkenar: Belediye veya başka bir yerel merci evdeki hayvanı tahliye etme cezası verebilir ve/veya uygulayabilir mi?

Evdeki hayvanın tahliyesine karar verme yetkisi sadece ve kesinlikle TC mahkemelerinindir. Bu konuyu çok bulandıran, resmi giysilerle gelip sıradan insanları korkutmaya çalışan görevliler olduğunu duyuyoruz. Böyle bir yetkisi yoktur hiç kimse ve kuruluşun. Çünkü tahliye adli bir karardır. İmza toplayarak, karar alarak hayvan tahliyesi söz konusu olamaz.

Ancak hayvanseverlerin evlerinde yüzlerce hayvanı barındırmaya çalışıp, koku ve gürültü kirliliği nedeniyle şikâyet edilmesi halinde belediyenin yetkileri dahilinde olan çevre temizliği yasalarının uygulanması mümkündür. Bunu hayvan tahliyesi olarak değil, çöp ev temizleme ve şikâyeti durdurma mantığıyla yapar belediye. Kavram kargaşası da hayvanların sonu olur.

Mahkemelerde en önemli olan şey ise apartman yönetim planlarında "hayvan beslenemez" maddesinin bulunup bulunmamasıdır. Bu madde varsa tahliye davalarında işimiz son derece zorlaşır. Ama yoksa dava sürecinde lehe çevirme şansımız biraz daha fazla olabilir.

Şimdilik bu kadar söyleyeyim, teknik ayrıntıya girmeyeyim.

* * *

Derkenar: İdeal bir barınakta aranan kriterler nelerdir? Bu kriterlere uygun olmayan barınakların koşullarının iyileştirilmesi için hayvanseverlerin üzerine düşen görevler var mıdır, varsa nedir? Bir de, kafesteki her hayvan mağdur mu, kurtarılmalı mı? Yoksa başka bir bakış açısı da var mı?

Bu sorular epey detaylı bilgi ve kanun üzerinden net veriler gerektiriyor. Hem zaman azlığı, hem bugün için aşırı yorgun olmam sebebiyle bunu mazur göreceğinizi düşünüyorum. Çünkü barınak çok dartışmaya açık bir konu, bunu kısaca geçiştirmek istemem.

Her hayvan kurtarılmalı mı konusunu ise ilk kez tartışmaya açıyorum. Daha öncesinde fark edilmiş bir konu değildi. Bu nedenle panelde çeşitli görüşlerle olgunlaşarak yeni bir konu olarak yazmam daha iyi olur sanki.

* * *

Derkenar: Hayırsever insanların bağışlarıyla varlığını sürdüren bir mobil kısırlaştırma, aşılama, tedavi klinikleri zinciri kurulamaz mı? Biz hayvanseverler böyle bir projeyi ete kemiğe büründürüp, finans kaynaklarıyla bağlantı kurarak hayata geçiremez miyiz?

Bizim ülkemiz, hep söylerim akçalı işlerde sınıfta kalmış bir ülkedir. Bağış yapan her şeyi sahiplendim tavrına girer, bağış teslim edilen ya dolandırır, ya yok olur kaçar, mutlaka bir yerden patlar yani.

Umutsuzluğumu yaşanmışlıkların tortusundan görün lütfen, ama gerçek bu. En fazla dört beş kişi olursa, birbirine canı gönülden güvenirse, sırtını dönebiliyorsa derim, bir düşünün, bu tanıma uyan kaç kişi sayabilirsiniz bana hemen şu anda?

İşte bu nedenle bağışla olacak bir işin çok sıkı denetlenmesi ve buna tüm zamanını verecek inançlı kişilerin olması şarttır.

İkinci kısmı olan mobil kısırlaştırma ise kişisel olarak son derece karşısında olduğum bir husus. Overlokçu gibi sokak sokak dolaşarak kısırlaştırma yapmak bu hayvanlara haksızlıktır. Onların operasyon öncesi kontrolleri, operasyon esnasındaki koşullar ve sonrası dönemde nekahat şartları mobil servislerde asla gerektiği gibi sağlanamaz. İnsan kendi sağlığı için en iyi hastane, en iyi hekim ararken, hayvanları mobil belirsizliğe sürükleme hakkına sahip değildir.

Bir kedi bile ameliyattan önce aç tutuluyor, ruh hali bozuluyor, korkuyor, ameliyat boyunca çoğu kez yanında oluyorum, inliyor. Sonrasında evde en az iki gün düşe kalka, kusa inleye kendine geliyor.

Bir tek kediden bahsediyorum. Düşünün, sokak sokak il il dolaşan, kesip geçen klinikleri. Bugün bu şartlarda bu asla olamaz.

Denenmekte olanları izliyorum ve arkalarında kesik kanlı hayvanlar ve ölüler bırakarak gidiyorlar. Tabi ücretlerini peşin alarak.

Bu kanlı ticareti onaylamıyorum, durdurulması için de elimden geleni fazlasıyla yapmaya çalışıyorum. Tabii ki gerçek hayvan dostlarından oluşan bir grup bunu samimiyetle gerçekleştirebilse ve ben de yanlarında yardımlarında olabilsem, elbette en iyisi olurdu.

* * *

Derkenar: Yazılı ve görsel medyanın hayvan haklarına ve hayvanseverlerin bu konudaki çabalarına karşı yaklaşımı nasıl? Yeterli mi? Çarpıklıklar var mı? Örneğin, çocuk cinayetleri ya da intihar gibi konularda yapılan sansasyonel yayıncılığın bu türden yeni olayları tetiklediği söylenir. Aynı durum, hayvanlara yapılan kötü muamele açısından da geçerli mi?

Katıldığım bütün programlarda ve toplantılarda özellikle dikkat çektiğim bir konu var. Hayvanların da konuya dahil olduğu bir vaka yaşanmışsa mutlaka "köpek vahşeti, hayvan dehşeti, boğanın gazabı, filin vahşeti" gibi başlıkların kullanılmamasını söylüyor, bunu şiddetle reddediyorum. Çünkü bütün olan biten bu hayvanların İNSAN TARAFINDAN bu hale getirilmesinden ibarettir.

Hiç bir hayvan doğasının gerektirdiği hayatından çıkıp da insanlar için sirklere, bekçiliğe, mezbahaya talip olmamıştır.

Hem bu kadar sömürücü olup hem de hayvanları suçlamaya çalışan yayınları gerçekten komik ve aciz buluyorum.

Tabi yüksek sesle de söylüyorum bunu.

Çocuk cinayetlerinde ve benzerlerinde de durum aynıdır. Haberin sunuluşunda tacize uğrayanlar öne çıkarılıyor, failin yüzü kapatılıp adı (…) ile geçiyor. Bizim toplumsal olarak şiddetin SUÇLUSUNA yönelmemiz, onu ve fiilini ön plana çıkararak mağduru daha da mağdur etmememiz şarttır.

Medyanın hayvana bakışını da iki yüzlü buluyorum. Eğer öldürülmüş, parçalanmış bir hayvan görmeyeceklerse haber de göremezsiniz. Ama bu da bir döngü olmalı. Böyle olmayanı da halk okumuyor.

Yani yine epey yapılacak iş var demektir bizler için, sizler için. Bilinçlendirme, anlatma ve gösterme. Sosyal sorumluluğu hisseden insanların zaten bundan kaçışı yoktur.

* * *

Derkenar: Son olarak, 3 Nisan 2011 Pazar günü saat 13:00 - 18:30 arası İstanbul Barosu'nda yapılacak olan HAYVAN HAKLARI KOMİSYONU BAHAR PANELİ hakkında ön bilgi verebilir misiniz?

Bütün kış çok fazla sayıda dava, hazırlık, toplantı ve evrak üzerinde çalışmalarla boğuştuk. İnsanlarla hep elektronik ortam iletişimi kurup, telefonlarla iritabatta kaldık. Ama son günlerde gündem o kadar yoğunlaştı ki, hiç biri yetmez oldu. Yeni bir yaz dönemi öncesinde bir araya gelmenin ve yüzyüze iletişimin çok daha faydalı olacağını düşündük.

Hem hoş bir buluşma, hem büyük bir sinerji olacağına inanıyorum. Her ne kadar gündemimizden kan, açlık, işkence ve ölüm kesinlikle eksik değilse de; bunların hepsine karşı sevgi, umut, planlarımız ve kararlılığımızı bir kere daha hayvan dostlarıyla paylaşmak için düzenledik Bahar Paneli'ni.

Gündem konularımız güncel ve en önemli konulardan seçildiği gibi, her konu kendi uzmanının sunumuyla yeni bir boyut kazanacak. İnteraktif bölümlerimizi uzun tutmaya çalışarak herkese SORU İŞARETLERİNİ SALONDA BIRAKIP, YARARLI BİLGİLERLE DONANMIŞ VE DAHA GÜÇLÜ olarak ayrılma fırsatını vermek isteriz.

* * *

Derkenar: Çok yoğun bir tempo içinde olmanıza rağmen sorularımıza verdiğiniz bu kapsamlı ve özenli yanıtlarınız için size çok teşekkür ederiz.

Böylesine önemli bir konuya zaman ayırdığınız emek harcadığınız için asıl ben sizlere teşekkür ederim. Sorularınızın içeriği bile özel bir bakış açısının varlığını gösteriyor. Hayatı paylaştığımız, bizim gibi üşüyen, acıkan, korkan, sevinen, uyuyan, hastalanan, ölen, üreyen canlıların üzerinde haksız bir sömürü ve vahşet uygulayan insan hemcinslerimizi durdurabilmek ve hayvanları bu zalimlikten kurtarabilmek için hepimize sonsuz bir sabır ve güç diliyorum bu vesileyle.

Yorumlar

Değerli Hülya Hanım, aslında bir de son günlerde tekrar gündeme getirilen idam konusunda görüşlerinizi öğrenmek isteriz.

Müntekim Çalapkulu - 10 Nisan 2011 (14:18)

Tam idam konusunu ve diğer olumsuzlukları gündeme alalım derken, Samsun'da patlayan köpek işkencesi ve korkunç ölüm gündemimizi allak bullak etti.

Facebook'ta videoya rastlarsanız açıp bakmamanızı önereyim bir de. Çok hırpalayıcı ve moral bozucu. İçeriği zaten yazımda olacak.

Hülya Yalçın - 10 Nisan 2011 (14:19)

Merhaba Hülya Hanım, o tür videoları biz zaten açmıyoruz. Bizi terörize etmekten ve kahretmekten başka bir somut faydası olmuyor. Size bu tür konularda daha fazla yardımcı olamamak da bizi üzüyor. Yine de bizim aklımıza gelmeyen (yapabileceğimiz) bir şey varsa lütfen söyleyin.

Yazınızı dört gözle bekliyoruz.

Müntekim Çalapkulu - 10 Nisan 2011 (14:19)

Dün Bakırköy barınağında hasta köpekler için baskında iken, Metris'de bir asker üzerine benzin döküp köpek yakmış. Her yerden yangın yani… Terörize olmanın tam anlamıyla her anını yaşıyorum bu günlerde. Nevruz kutlamalarında yakılan ateşlere de çocuklar kedi ve köpek yavruları atarak eğlenmiş, kemiklerini buldu arkadaşlar.

Yani hayatımın en berbat günleri. Bir de suçlunun üstüne gidince "o bizim partiden,hayvan için harcamayalım, falancayı görmezden gelelim" cümleleri var ya… İnsanlığa dair her şeyin bittiği anlar… Kimseyi üzmek istemem ama sadece bir günün bilançosu bu işte.

O kadar üzgünüm ki…

Hülya Yalçın - 10 Nisan 2011 (14:20)

Üzülmemek elde mi? Dehşet verici! Korkunç şeyler! Sosyopat anne babaların yetiştirdiği sosyopat adayı çocuklar. Allah yardımcınız olsun Hülya Hanım.

Müntekim Çalapkulu - 10 Nisan 2011 (14:20)

İnsanlar bütün hayvanlarla hatta bitkilerle bile gensel olarak kuzen olduklarını bir bilseler veya öğrenseler artıkkk…

Hasan Şükrü Dal - 10 Nisan 2011 (22:54)

Vahşi hislerle hayvan öldürmek suç mudur kabahat midir? Kabahat ise hapisle cezalandırılma oluyor mu?

Hülyanur Aksungur - 15 Ekim 2011 (19:37)

Hülya Hanım Merhaba. Ben İstanbul Üniversitesinde öğretim üyesiyim. Bakırköy Osmaniye'de oturuyorum. Kendimi bildim bileli tutku derecesinde hayvan severim. Evimde hayvan besleme imkânım yok. İki kızım da benimle aynı duyguları taşıyor. Hayvan sevgimiz ve bir şeyler yapabilme arzusu bizi doğal olarak barınaklara yöneltiyor. Gelin görün ki buralara gidip bir şeyler yapabilmek asla mümkün değil. Ben şahsen Bakırköy Osmaniye'deki yetkililerden çok muzdaribim. İki kızımı alıp gidiyorum. Ne yüzünüze bakan var ne ilgilenen var. Adeta ayağıma dolaşmayın defolun tavrı. İnanın böyle. Bu insanlarla bir polemiğe girmemek için kendimi zor tutuyorum.

Tam bu duyguları yaşarken internetten sizin oraya yaptığınız teftişi gördüm. Hayret ettim. Ne kadar da ilgili durumda insan varmış. Ben defalarca gittiğim halde o insanların hiç birini görmüyorum. Orada fiziki şartlar berbat. Buna rağmen hayvanlara kötü davranıldığına şahit olmadım.

Ben bu vesile ile girişimlerinizi canı gönülden desteklediğimi bildirmek istiyorum. Eğer sizin yönlendirmenizle yapabileceğim bir şey olursa, bunca meşguliyetim arasında inanın seve seve yer alırım. Siz de iyi bilirsiniz ki hayvan sevgisi bambaşka bir şey. Onu açıklamak mükün değil. Selamlar.

Doç. Dr. Ali Fuat Örenç - 5 Kasım 2011 (00:04)

diYorum

 

92
Derkenar'da     Google'da   ARA