Patronsuz Medya

Yüzyılın aşkı: Güzide ve Bilal

Gökhan Akçiçek - 15 Ocak 2012  


1997 yazı. Konuk olduğum evde, verandaya oturmuş, ev sahibi hanımefendi ile sohbet ediyorum. Temmuz kendini iyice hissettiriyor. Açık olan balkon camından, tülleri dalgalandırarak içeri dolan rüzgâr, havadaki nemi biraz olsun kırıyor. Yardımcı kadın, kola ve kahve ikramı yapmakla meşgul.

Ordu-Giresun karayolunun sayfiye sayılacak bir bölgesinde bulanan villa, yola paralel konuşlanmış. Evin önünden geçen araçların gürültüsüne, kulaklarımız, bir müddet sonra alışıyor. Konu şiir, edebiyat, dergiler üzerine dönüp duruyor. Hayatın getirdiklerini de anlam boyutunda tartışıyor, daha çok ev sahibi hanımefendinin geniş tecrübeleri ışığında, nasihat varı sözlerini can kulağıyla dinliyorum:

Hanım efendi, yılın 8-9 ayını Ankara'da geçiriyor. Mayıs sonu, Haziran başında ise, eşi ile birlikte yazlığına yani Ordu'ya dönüyordu. Yaz tatillerini, emekli bir bürokrat ve doktor olan eşinin memleketinde geçirmenin onu ne denli mutlu kıldığını, her halinden anlamak mümkün.

Hanımefendi her tavrı ile tam bir İstanbul kızı. Edası, neşesi, konuşma üslubu, lisanı, üzerine giydiği kıyafet kadar sade ve nezih. Derinliklerin bir anlamı olduğunu, ona bakınca daha iyi anlıyor, duyumsuyorsunuz. Nezaketi, içinde taşıdığı aşkla yoğurmuş. Gözlerindeki ve tenindeki ışık, sevgiyle demlenmiş huzurlu bir ömrün yansınası gibi duruyor, görenleri ise adeta bir duygu selinin içine çekiyor. Gövdesi, sevginin, insanı bu denli dik ve ayakta tutma kudretlinin canlı bir abidesi gibi, ayaklarının üzerinde sakince yükseliyor.

Az ötedeki denizden yayılan azot ve yosun kokusu, sabah sulanan bahçenin toprak kokusunu, çoktan dağlara doğru çekip götürmüş, bir miktarını ise, nemli zeminin taşları arasına serpiştirmiş. O kokuyu, içeri girerken, ayakkabılarımın bağcıklarını çözmek için eğildiğimde hissetmiş, doya doya içime çekmişim.

Bahçedeki çiçeklerin rayihası, esen rüzgârla ara ara soluduğumuz havayı tazeliyor, yeniliyor. Vakit ikindiyi bulmak üzere. Hol ile mutfak kapısı arasında, denize bakmakta olan koltuğunun yanında duran sehpada, gözlük, kalem, dergiler ve kitapların olması, o koltuğun sahibinin, evin hanım efendisinin olduğuna delalet ediyor. Bu nedenle, sırtımı denize, yüzümü ise hanımefendiye dönük vaziyette otuyorum. Verandanın camı açık olmasına rağmen kara yolundan gelen taşıt uğultusu kesilmiş. Kahvelerimiz bitmiş, kolalarımızı içmiş, sıra meyve ikramına gelmiş.

Bir otobüsün yavaşlama sesini duyar gibi oldum. Hanım efendi, elindeki meyve tabağını usulca sehpaya bırakıp, ayağa kalktı. Otobüsten inenin, beklediği insan olduğunu da anlayınca, yüzü, yapraklarını kat kat açan tomurcukların genişleyip durulan gülümsemesi ile ışıdı. Titreyen ellerini ve ruhunu, nereye gizleyeceğinin şaşkınlığı ile boynundaki kolyenin en kalın boncuğunu, sağ elinin başparmağı ve işaret parmağının arasına alıp, kapıya yöneldi. Gelen oydu: Bilal Bey.

Verandanın kapısına yönelirken hafifçe omzunu bana döndü:

- "Gökhancığım, Bilal'i karşılamam gerekiyor, kusura bakma, birkaç dakikanı rica edeceğim."

Bir genç kız edasıyla sevgilisini karşılamaya hazırlanan hanımefendiye, nezaketle seslendim:

- "Güzide hanım buyurun lütfen…"
- "Gökhancığım, biliyor musun? Şimdiye kadar Bilal'i hep ayakta karşıladım."

Bilal Bey, bahçe kapısının demir tutacağını yukarı kaldırıp, içeri girdi. Güzide Hanım ise bahçenin ortasında yetişti sevdiği adama. Elindeki paketleri aldı, yanaklarına küçük bir buse kondurdu. Öğle üzeri, Ordu'ya, alışverişe inmişti Bilal Bey. Hepi topu 3-4 saatlik bir ayrılık söz konusu olan. Aradan geçen süre, sanki yıllara bedelmiş gibi hasretle kucaklaşan, orta yaştaki bu iki insanın birbirlerine gösterdikleri sevgi dolu ifade karşısında edata donup kaldım.

İtiraf etmeliyim ki, o güne kadar hiç bir kadının erkeğine ya da sevgilisine bu türlü baktığına şahit olmadım. Kıskandım Bilal Beyi. Güzide Hanım, yapmacıktan uzak, sevgisini ilk günkü gibi hiç azaltmadan sürdürmüş, dillere destan bir aşka sevmişti eşini. Sevmekle kalmamış, uğruna kitaplar dolusu şiirler yazmıştı, aşkı için. Bu şiirlerin birçoğu bestelendi. Yılın şarkı sözü ödüllerini aldı. En bilineni ise, Osman Babuşcu'nun Nihavend makamında bestelediği "Kanımda kıvılcım canımda ateş gibisin" şarkısıdır.

24 Haziran 1940 günü evlenen Güzide-Bilal Taranoğlu çiftinin, mutluluğu 65 yıl sürdü. 1 erkek ve 2 kız çocuğunu birlikte büyüttüler. Evlendikten sonra çalışma hayatından ayırılan Güzide Hanım, ömrünü biricik aşkına, Bilal'ine adadı. Bilal Bey, iki dönem milletvekili seçildi. Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığından emekli oldu.

1920 Ordu doğumlu olan Bilal Taranoğlu, İstanbul Tıp Fakültesi bitirmişti. Doktor ve bürokrat olarak uzun yıllar görev yaptı. Taranoğlu, Yeşilçam filmlerinin doktorlarına inat, adeta bir jönü andırıyordu. Uzun boyu, asil duruşu ve orantılı vücut hatları ile her kadının kolayca kanını kaynatacak bir centilmendi.

Bilal Taranoğlu, 19 Nisan 2005 günü hakkın rahmetine kavuştu. Güzide Hanım, altı yıldır süren ayrılığını yine satırlara dökmekte. Eşinin peşinden, 2 kitap dolusu şiir yazdı ve yayınladı.

Hayat her aşkı sonlandırmak istese de, buna direnen âşıklar, aşkı son nefeslerine kadar taşıyorlar. Gövdeden çıkıp, ruhta eriyen aşk, yaşama sunduğu insan sevgisinin tutkulu bu inadı karşısında, bazen ölümü bile çaresiz kılabiliyor. Biten onca sıradan aşka karşılık, bir iki çiftin yaşadığı derin aşklar, tüm aşkları da temize çekiyor, aşka olan inancımızı yeniliyor. Elli yaşını dolduran birisi olarak, tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki, ömrümün hiç bir anında birbirine bu denli içten bakan başka bir çift görmedim. Taranoğlu çifti, sanki birbirlerini ve aşkı bulmak için gelmişlerdi dünyaya. Buldular da.

Yorumlar

Aşklar karşılık bulunca ölümsüzleşiyor, ortak kültürlerin ürünü olursa hele işler daha bir kolay sanki. Karşılık bulan ölümsüz aşklar dilerim herkese…

Naile Kalender - 22 Ocak 2012 (09:00)

diYorum

 

Gökhan Akçiçek neler yazdı?

52
Derkenar'da     Google'da   ARA