Patronsuz Medya

Dönmek mümkün mü?

Gökhan Akçiçek - 12 Temmuz 2012  


Ne çok sebebi vardır insanın gitmek, kaçmak üstüne. Gidebilmeyi göze alanların özendiği ana gerçek, dönmek duygusuna olan inanç mıdır? Acaba, bir gün ya da belirsiz bir zaman diliminde, -onarılan yaraların iyileştiği hissedildiğinde- dönebilmek için mi çıkılır o yolculuğa?

Gitmek hep kutsanmıştır. Kalmak acizlerin, güçsüzlerin yurdu olmuştur nedense. Gitmeyi göze almanın cesurca bir hali vardır sanki. Kalan, korkak ve vasattır. Bunu yüzünüze söylemeseler bile, sizi muhatap almayarak, varlığınıza tenezzül etmeyerek gösterirler. Gidenin ardından kabaran hisler, yıllar içinde katmerleşerek neredeyse devasa bir efsaneye dönüşür. Nasıl olsa giden, açıklayıcı bir bilgi kırıntısı dahi bırakmamıştır geride. Zengin kalkışı gibi, doğrulmuş ve yüzünü toplayıp gitmiştir.

Peki, dönmek mümkün mü? İbrahim (Kadir İnanır), Gülcan'a (Türkan Şoray) dönmek için mi yola çıkmıştı ta Almanyalardan?

Türkan Şoray'ın ilk yönetmenlik denemesini başarıyla gerçekleştirdiği 1972 tarihli "Dönüş" filmi, bu metafora açılan bir eşik gibi duruyor. Kutsanan her dönüşün trajedisi, insanı, nereye kaçarsa kaçsın kendi yüzeysizliğiyle buluşturuyor. Giden dönmemeli ya da dönecekse gitmemeli…

Dönüş, yabancılaşmanın özellikle kendine ve değerlerine yabancılaşmanın eli yüzü düzgün anlatıldığı bir sinema filmi olmuştur. Belki de ilktir. Sevdiğini geride, gurbette bırakarak Almanya'ya çalışmaya giden İbrahim, erkeğin o kadim duygusunu, kadına, yeniye ve farklıya olan meylini ispatlamakta gecikmez. Sarışın Alman kadını, onu içgüdüsüyle buluşturur. Sevdiğini oraya alıp, onu güzelleştirmek, donatmak yerine -çünkü bu uzun ve vakit alacak bir süreçtir- hazırdakini tercih edip, daha rasyonel bir tavır sergiler.

Öykü hayli hazindir. Bilal İnci (Reşit Ağa) ve Türkan Şoray'ın (Gülcan) göz dolduran oyunculuğu eşliğinde, sözü ve müziği Yalçın Tura'ya ait olan "Hasretinden Yandı Gönlüm" ezgisini, Seha Okuş, adeta içimize cam kırıkları serperek okur. Bu türküyü ne zaman dinlesem hüzünlenirim.

Filmin finalini hepimiz biliyoruz: Ne İbrahim dönebilmiştir ne de Gülcan… Anlam kayması filmin ismine nispet gitmeyi öğütler. Öyle de olmuştur. Gülcan, geride kalan (Alman eşten olan) bebeği, göğsüne bastırıp, güneşin kızıllığına doğru yola koyulur. Bir daha geri dönmemek üzere…

Gitmeye olan meylimiz, kendimizle yüzleşebilmek cesaretinden yoksun oluşumuzla da ilgili. Sözde kalıyoruz, ama içimizde hep gitmeye olan bir özlemi de büyütüyoruz. Bu fırsatı kullanabilme olasılığı sakinleştiriyor, ehlileştiriyor bizi.

Sanırım biraz da gide gide insan olduk. Kalmanın sıradanlığını, donukluğunu ve çaresizliğini hissettiğimizde, artık yapacak bir şeyimizin olmadığını, hayata teslimiyetimizi de hatırlıyoruz böylece. Kalan yaşlanmıştır. Giden hep taze ve diridir galiba. Mevlâna: "Her gün bir yerden göçmek ne iyi / Bulanmadan donmadan akmak ne hoş / Her gün bir yere konmak ne güzel / Bulanmadan donmadan akmak ne hoş" dememiş miydi yüzyıllar önce?

Kalmak cürümü, yaşamak ağrısı ile ilintili mi? Peki, bedeni burada ama ruhu ve duyguları ile bizi çoktandır terk edip gitmişlere ne demeli? Aramızda, içimizde ama bizim gibi olmayanları hangi terazi ile tartacağız? Ya onlar da bunun ayırdında ise ve acı acı gülümsüyorlarsa halimize?

Neden olmasın; ben, bazen o tavır ile fark ettirmeden beni süzenleri yakalar gibiyim. Bir an, çok kısa bir an o ifadeyi çehresinde okuduğum çok insan oldu. Sırlarını ifşa edeceğim korkusu ile benimle eskisi kadar da yüz göz olmuyorlar artık. Anlıyorum onları, konuşma fırsatı bulsam, tebrik de edeceğim belki.

En iyisi kimse dönmesin derim, böylesi daha güzel…

Yorumlar

Ustalık böyle bir şey olsa gerek: Kısa yazmak, ama o kısa yazıda bir ansiklopedi dolusu duyguyu, deyim yerindeyse, "pat" diye insanın yüreğine yığıvermek. Kim demiş bilmiyorum, hani ünlü bir lâf var ya, "uzun yazdım, kusura bakmayın, yeterince vaktim yoktu" diye. Kısacık yazabilmek, ama o duyguyu verebilmek için kimbilir ne kadar zaman harcadı sevgili Akçiçek.

Eline sağlık usta.

Ne kadar keyifli okunan bir yazı olmuş. Şu sıcak yaz günü, ruhumu serinletti.

Melih Özel - 14 Temmuz 2012 (18:28)

Hasretinden yandı gönlüm ezgisini nasıl da net hatırladım. Ne kadar içten, ne kadar kolay eşlik edilen bir ezgidir o. Seha Okuş denilince de serin bir sabahta Ankara'ya yaklaşan otobüsün radyosundan gelen ses hatırlandı. Kırk yıl ötesinden arka arkaya gelen fotograflar. Hüzün geldi oturdu. Büyümek zor işmiş. Söylemediler. Hele de 'hayat bir imtihandır' deyip de 'sorular giderek zorlaşır haberin olsun' demediler. Çok içerliyorum çok.

Ahmet Faruk Yağcı - 15 Temmuz 2012 (20:43)

Melih Abi, vallahi yazılarım kısa kalıyor diye, inan dert ediyordum. Yorumunu okuyunca biraz rahatladım. O film aynı yıl (1972 ya da 1973), kadın yönetmenler dalında İran'da ödül de almıştı. Ve Dönüş'ü mübalağasız en az 20 kez seyrettim.

Gökhan Akçiçek - 17 Temmuz 2012 (01:02)

'Gitmek' bütün anlamları içinde barındırabilen tek kelimedir. Diğer yandan gitmek sadece gitmektir işte…

Birsen Tunca - 29 Temmuz 2012 (10:04)

diYorum

 

Gökhan Akçiçek neler yazdı?

74
Derkenar'da     Google'da   ARA