Patronsuz Medya

Müziğin doğal tınısı pikap iğnesinin ucunda

Cem Şeftalicioğlu - 25 Ekim 2004  


Bugün pek çoğumuz plâklara ve pikaplara uzak sürdürüyoruz yaşantımızı. Müzik, hayatların ne kadar içinde olursa olsun, muhakkak çağdaşlık süzgecinden geçirilerek sunuluyor bize. Eskinin değerli ve anlamlı kırkbeşlikleri, uzunçalarları artık neredeyse hayatlardan silinmiş, bıraktıkları izler ise ancak "nostalji" kapsamında hatırlanır gibi.

Konu teknoloji olunca geçmişe vefaya aslında o kadar da gerek yok. Ne de olsa teknolojik yenilikler bir öncekileri gölgede bırakıyor ve eskileri pek de aratmıyor. Rahatız, memnunuz. Ama konu plâklar olunca iş biraz değişiyor. Kendilerine yüklenen farklı anlamların yanı sıra, teknolojik olarak da kendini takip eden aracılara üstünlük sağladıkları için bugün hâlâ varlıklarını sürdürebiliyorlar.

Nasıl oluyor da plastikten yapılma bu kırılgan siyah diskler günümüzün her türlü dijital aracılarına üstünlük sağlayabiliyorlar?

İşin sırrı analog olmalarında. Analog metod ile yapılan herhangi bir aktarımda dalgalar sınırsız, başka bir deyişle sonsuz bir esnekliğe sahiptir. Bir bakıma doğanın kendisi gibidir. Hiç bir indirgemeye uğramamış, "neyse o" şeklindedir. Günümüzün dijital aracıları ise bu sınırsızlığı indirgeyerek varlıklarını kabul ettirdiler.

Somut bir canlandırma gerekirse; bir daire düşünün, yusyuvarlak. Daireyi dijital olarak ele aldığınız an köşeli karelerden bir daire yapmanız gerekiyor. Bu durumda yapmanız gereken şey ancak insan gözünün bütünde seçemeyeceği kadar küçük kareciği kullanmak bir daire oluşturmak için. Avantajlar ortada. Ama bu durumu müzik özelinde düşündüğümüz zaman oluşacağı kesin duygu indirgemesini yadsıyamayız. Hatta bunu sanatın ve hayatın pek çok alanına da genelleyebiliriz rahatlıkla.

Birbirinin aynı küçük parçaların bir araya gelmesiyle oluşmuş bütünlere tamah ettiğimiz post bilmemne zamanımızda günümüzün üretimleri de bu parçalanmışlığın gölgesinde kalıyor gibi. Analog günlerin "duygusu" bugünlerin hızına kurban gitti.

Sesleri "olduğu gibi" kulağımıza ulaştıran bu plastik plâklar bu yüzden sadece birer "nostalji" ögesi olarak görülmeyi kesinlikle haketmiyorlar. Muhakkak bilirsiniz eğer bir kez plâk dinleme şansınız olduysa. İğnenin plağa değdiği ilk anda, pikapta temiz ve kaliteli bir plâk dönüyorsa, ayrı bir hava kaplar ortamı. Teknik açıklamaları es geçersek bu havayı en iyi açıklayan kelime "dolgun" olabilir. Sesler ve enstrumanlar kasete ve CD'ye göre kesinlikle daha "dolgun" dur. Ne CD'nin cılız dijitalliği, ne de kasetin boğuk ilkelliği vardır plâktan gelen seste.

İşin sesle ilgili kısmının yanı sıra görsellik de ayrı bir konu. Keza plâk kapakları hep diğer bütün müzik aracılarının kapaklarından daha önemli olagelmiştir. İster 45lik olsun ister uzunçalar olsun, plâkların kapakları daha büyüktürler. Bu da ifade alanını bir şekilde artırıyor. Hele hele bir de açılır kapak, plâk zarfları ve envai çeşit kitapçıklar kullanıldığında ortaya muhteşem eserler çıkabiliyor. İçeriği ve dışarığı böyle bütünleşebilen, duygu aktarımını bu kadar kolay sindiribilen bir müzik eseri ileticisi daha yok kanımca dünya üzerinde.

Böyle bir formatın ülkemizde nerdeyse (bir zaman için) silinip gitmiş olması üzücüydü. Bir kaç sene önce başlayan tekil bazı atılımlar neticesinde plâk, sevenlerine ve onunla yeni tanışacaklar göz kırpıyor. 1998 yılında hareketlenen tek tük üretimler sadece sanatçıların özel istekleri ve çabalarıyla sınırlı kalmıştı. Bazı şirketler ise, isteseler bile plâk üretimini tutarlı bir şekilde sürdüremediler. Günümüzde şimdiye kadar sadece 2 plâk basabilen Arkaplan Müzik dışında da plâk konusuna inatçı bir heyecanla eğilen bir bünye malesef mevcut değil.

Müzik sadece dinlemekle yetinilecek bir form değil, aynı zamanda hissedilecek, anlamdan anlama koşacak, gerektiğinde tüm dolgunluğuyla, gerektiğinde sadece teknik olarak okunabilecek, özellikli bir ifade şekli. Bu anlamda; onu en iyi anlayan, sindiren, seven, masal gibi anlatan, hiç bir yerinden kırpmadan saygıyla sunan ancak plâk olabiliyor.

Elbet diğer formatlar da yer yer gerekli ama dünyada müziği özellikle plâktan dinlemek için çaba ve özen gösterenlerin sayısı o kadar çok ki. Bu sayı, katı bir zihniyetle olmasa da, Türkiye'de de yavaş yavaş artmakta. Özellikle yeni basılan plâklarla desteklenen, yeni gelişen bir plâksever kesim oluşmakta. Bambaşka amaçların, zevklerin ve tarzların bir ortak paydası olabiliyor plâk rahatlıkla. Çünkü yeterince "dolgun" ve doğal.

Yorumlar

Dün (yani 5 Şubat) Beyoğlundan Karaköye doğru iniyordum. Bir dükkânda yüksek sesle Barış Manço şarkısı çalıyordu. Ses o kadar temizdi ki hemen içeri girdim sesin geldiği kaynağı görmek için. Büyük bir Anfi Ekolayzır düğmeleri ve tepede de dönen bir plak. Şaşırdım. Dükkan sahibine "Bu ses bundan mı çıkıyor?" diye sordum. Şaşkın bi şekilde "Evet" dedi. O zamana kadar filmlerde dizilerde gördüğüm plakçalarlarla gerçek anlamda tanışmam bu şekilde oldu. Allahım o kadar temiz bi ses olamaz. Şimdiye kadar en temiz sesin CD'den çıktığını sanırdım.

Zaten eski şarkıları da çok severim. Ama yaptığım küçük bi araştırmada plakların çok pahalı olduğunu gördüm. 75 liradan başlayan fiyatlar telaffuz ediliyor. Sizce neden olabilir?

Serkan Kersü - 6 Şubat 2009 (11:17)

Yazının tarihine baktım, 2004'te yazılmış. İnsan merak ediyor, acaba Çağan Irmak Issız Adam'ın senaryosunu yazarken bu yazıya da göz atmış mıdır diye.

Okan Güner - 26 Mart 2009 (11:47)

diYorum

 

63
Derkenar'da     Google'da   ARA