Patronsuz Medya

İmambayıldı sokak No 7

Bülent Karaköse - 8 Ağustos 2019  


"İnsan nerede yaşıyorsa orada umutlanır" (Romain Gary)

Kafti Müslüm büzüştürdüğü dudaklarına götürdüğü işaret parmağıyla beni susturup, homurtulu gergin sesiyle yüzünü bile bana dönmeden "Düşüncen sende kalsın. İşine bak sen, karışma kimsenin işine, hele benimkine, hiç!" diyerek ayar verip, elindeki yarış bültenini laboratuarda mikroskop altında mikro organizmaları inceleyen bir bilim adamı hassasiyetiyle incelemeye devam etti; ben ise, yediğim zılgıt sonrası, oturduğum koltuğa sus pus gömülmüştüm.

Kafti Müslüm'ün zılgıt soslu ayarıyla sus pus gömülmüştüm koltuğa; lâkin mahcubiyetimden utancımdan sırtımdan soğuk terler boşalmış, kafamın içinden geçen başıboş düşünceler yılkı atları gibi tozu dumana katıp frontal lobumdan parietal lobuma, oksipital lobumdan temporal lobuma koşuşturur olmuşlardı.

Düşüncelerimi kendime saklama becerisini niçin geliştiremedim ömrümce? Gerçekten de şimdiye kadar insanların işlerine burnumu çok mu sokmuştum? Kafti Müslüm'e boş boğazlık yapmamın ne gereği vardı?

Neymiş efendim, ilk üç koşuyu Karataş almışmış, kalan dört koşuda Karataş bir daha yarış almazmış… Nerden biliyorsun oğlum, müneccim tarağıyla mı taradın saçlarını sen? Allah'ın kaftisinden işte böyle zılgıt yer, sus pus çakılırsın koltuğa. Bırak, adam dört tekli 4'lü ganyanını istediği gibi oynasın. Kuponuna Karataş'ın bindiği atları tek tek mi yazacak, çift çift mi kazıyacak, sana ne! Umut fakirin ekmeği değil mi? Zaten adamın hepi topu on lirası var. Cebindekiyle Şok Market'e gitse, iki gazoz, bi çiklet ancak alır. Ne kaybedecek ki? Milyonlarını bağlamıyor ya oynadığı oyuna; bağlasa da, sana ne?

Nafile, kafamdaki düşünceler dizgin tutmuyordu.

Kafti Müslüm'e yaptığım gibi gerekli gereksiz çok mu eleştirmiş, çevremdeki herkesi çok mu yargılamıştım pervasızca? Karım bu yüzden mi benimle geçinememiş, bu yüzden mi boşamıştı beni evliliğimizin daha ilk yılında? Sevgili ailemle, iş arkadaşlarımla, dostlarımla geçimsizliğim hep bu yüzden miydi? Bu yüzden mi yapayalnız kalmış, sığınmıştım köhne bir otel odasına? Ya, sevgililerim tarafından terk edilişim? Oysa ki ince uzun boyunlu Seval'e ne güzel yakışmıştı küt kesimli kısa saç modeli. Hızmasını piercing'ini yadırgadığımı niçin yüzüne vurmuştum ki Zeynep'in? Nar tanesi işlemeli hızması küçük yuvarlak yüzündeki kemerli burnuna hiç mi ahenk katmamıştı? Kırkından sonra kitap okumaya merak salan kız kardeşime "bu yaştan sonra okuduklarını kafan almaz" diyerek küçümseyip, niçin soğutmuştum kitap okuma sevdasından?

İnsan hep mi olumsuz yorumlar getirir, hep mi yıkıcı, kıyıcı eleştirilerle hayata katkı sağlar yahu? Cioran'ı bile geçtin ulan! Bu ne biçim bir var olma halet i ruhiyesi?

Kafamın içinde fütursuzca tepişen fuzulî düşüncelerimle at başı koşan sorular ıstırap vermeye başlamıştı. Sahi, niçin insanların işine gücüne maydanoz oluyordum ki?

Sabahtan beri iki damacana şarabı sünger gibi emmiştik üç kişi. Ayağımın dibindeki poşetten bir bira çıkarıp açtım, küllükteki soğumuş cigarayı ateşleyip derin bir nefes çektim. İçtiğim bira ve cigaradan çektiğim derin nefes kafamın içinde koşuşturan meczup soruların sakinleşmesine, ruhuma verdiği ıstırabı hafifletmesine engel olamadı. Bir ara, kaldığım otele gidip zıbarıp uyumayı düşündüysem de, vazgeçtim. Bu gece, Arap Celâl'in İmambayıldı Sokak no 7'deki malikânesinin mecburi yatılı misafiriydim. Yegâne kadim dostum Arap Celâl'le her hafta sonu yaptığımız gibi ganyan bayiine gidip atların samanını suyunu vermiş, cebimizde kalan paraları son kuruşuna kadar şaraba biraya, kavurmaya cigaraya yatırıp bi güzel ezmiştik. Nasıl gidecektim ki otele?

Kafamdaki sıkıcı ve ıstırap veren sorulardan kaçıp kurtulmak maksadıyla Kafti Müslüm hariç, oturduğum koltuktan, tavanı basık on iki metre karelik odada gözüme temas eden her nesneyle, buna duvar halısının püskülleri de dâhil, zihinsel iletişime geçip, ilgilenmeye başladım. Bunu çocukken de sık sık yapar, kendimi eğlendirirdim; özellikle, babamdan yediğim kötek, öğretmenimden işittiğim azar sonrası…

Televizyon açık, sesi kısıktı; yanındaki çalar saatin yelkovanı akrebin üzerinden sinsice geçiyordu… Her zamanki gibi erkenden taklaya gelip karşımdaki çekyatta sızmıştı Arap Celâl. Biliyorum, Altılı'mız devam etseydi, kolay kolay kelle olmazdı… Arap Celal'in kedisi Tayyip, manasız manasız kapı aralığından bakıp, gitti… Kapının pervazına, sararmış bir "Bereket Duası" kartpostalı iliştirilmiş; kapı arkasında ise, Halis Karataş'ın Bold Pilot'la poz verdiği devasa bir poster asılıydı… Sağımdaki duvara onluk inşaat çivisiyle çakılmış Saatli Maarif Takvimi iri puntolarla günlerden Cumartesi'yi, aylardan Temmuz'u, yıl olarak da 2012'yi gösteriyordu. Altındaki yazılar daha küçük puntoluydu. Zor okunmasına rağmen, Maarif Takvimi'nin verdiği lüzumsuz bilgilerle zihnimi kirletmek istediğimden emindim:

1436 hicri, şevval 28
1433 rumî, temmuz 9
günün kısalması, 2 dakika
edirne'nin kurtuluşu: 1913
fırtına, güneşin arslan "esed" burcu'na girmesi
günün sözü: "spor, gençleri, hayalperestlikten, derbederlikten, zararlı eğlencelerden korur." selim sırrı tarcan - eğitimci, spor adamı, siyasetçi ve yazar (1874 - 1957)

Ah be Sırrı Selim Bey, bu ağdalı özlü sözünüzdeki kelimeleri tren vagonu gibi art arda sıralarken ne uykusuz geceler geçirip, ne terler dökmüşsünüzdür, kim bilir; ama sizi dinleyen kim?

İyi ki daha fazla yaşayıp, yurdum gençliğinin hal-i pürmelâlini görmediniz; görseydiniz, eminim siz de çok üzülür, derbeder olur, kendinizi bizim gibi zararlı eğlencelere verirdiniz… Kendini herhangi bir spora vakfetseydi, kolluk kuvvetleri Demircioğlu Vedat'ı İtü yurdunun penceresinden aşağı atar mıydı gençliğinin baharında? Deniz, Yusuf, Hüseyin sporla ilgilenmedikleri için koruyamadılar kendilerini. Devlet, hayalperestliklerinin bedelini darağacında ödetti üç yağız delikanlıya… Liseli genç Erdal Eren, Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi olmak yerine, Deniz Ve Yatçılık Kulübü'ne üye olsaydı, yaşını büyütüp asmazlardı, değil mi?

Peki, 26 Kere A Milli, 9 kere 21 yaş altı, 2 kere de 18 yaş altı Milli Takım forması giymiş futbolcu Metin Kurt'un işgüzarlığına ne demeli Sırrı Selim Bey? Futbolculuğunun zirvesindeyken sen kalk spora siyaset bulaştır. Olacak şey mi efendim? Spor Emekçileri Sendikası kurup, sporcu emeğinin savunuculuğu yapmak da neyin nesi? Siz de olsaydınız, genç menç dinlemez, bitirirdiniz Metin Kurt'un futbol hayatını…

Kafti Müslüm tişörtümün kolundan tutup beni sarsmasıyla kendime geldim. Transa girip sesli düşüncelere daldığımı Müslüm'ün homurtulu konuşmasından anladım. Müslüm, yarış bülteni tutan elinin tersiyle bir yandan çekyatta osura osura uyuyan Arap Celâl'i gösteriyor, bir yandan da bana bakıp homurdanmasına devam ediyordu:

- Sabaha kadar aha bunun diş gıcırtısı, sayıklaması uyutmadı beni; sen de akşamın bu vakti kendi kendine duvarlarla konuşup duruyorsun birader. Kafam şişti. Biraz sessiz ol da, şu kuponu yapayım, kaçırmayayım şu yarışı yahu!

Arap Celâl, Kafti Müslüm'ün serzenişini ağzına tıkarcasına uyuduğu yerden dişlerini güçlü bir şekilde ardı ardına gıcırdattı. Sinir bozucu, insanın tüylerini diken diken eden bu diş gıcırtısına aşinaydım Arap Celâl'in. Gençliğimizde yedi yıl aynı çatı altını paylaşmıştık. Kafamı yastık altlarına gömdüğüm, kulaklarıma tıkaçlar tıkarak uyuduğum günler dün gibi aklıma geldi birden, gülümseyiverdim.

Ben gülümserken, Kafti iyice gerilmişti. Salâvat getirip, Arap Celâl'e ters ters bakmaktan kendini alamadı.

"Kötü giderse işleri, gıcırdar Arap Celâl abimin dişleri." deyip ortamı biraz yumuşatmak istediysem de, çabam boşaydı. Yaptığım kafiyeli espriye Kafti Müslüm hiç oralı olmadı. Kalın camlı gözlüklerinin ardından bana da ters ters bakıp, tekrardan elindeki yarış bülteninin içine gömüldü…

Arap Celâl'in daimi ziyaretçilerindendi Kafti Müslüm. İmambayıldı sokak no 7 onun kalesi gibiydi. Ne zaman tersoya düşse, başı sıkışsa gelip sığınırdı Arap Celâl'in on iki metre karelik fakirhanesine. İstanbul'un ne kadar kriminal tipi varsa, neredeyse hepsini Arap Celâl'in fakirhanesine gide gele tanıdım. Kafti Müslüm de onlardan biriydi. Donunda üç kuruş para tutamaması, onunla tek ortak noktamızdı. Tanıdığım ilk zamanlarda homurtulu konuşmasından ne dediğini anlamazdım; ama zamanla alıştım, hatta öğrendim onun homurtu dilini…

Kafti Müslüm yarış gazetesine bakmaktan gözlerinin çok yorulduğunu söyleyerek, yarış kuponunu ve kalemini önümdeki sehpaya koyup, kuponunu doldurmamı istedi.

Dörtlü ganyan oyununun saati epey yaklaşmıştı. Acele etmem gerektiğini, kaynak yaptığı sigarasından derin bir nefes çekip dumanını yüzüme püskürttükten sonra söyledi. Hırıltılı homurtulu kükreyen sesiyle, atların da isminin üstüne basa basa kuponunu bana yazdırmaya başladı:

- Yaz birader, 4'lü ganyan birinci ayak, 7 numara Lidertay, tek! İkinci ayak, 7 numara Sarraf, tek! Üçüncü ayak, 6 numara Verdasko, tek! Dördüncü ayak, 4 numara Mia Nur, tek! Misli hanesine de 200'ü işaretle sana zahmet!

Kafti Müslüm bana inat mı yapıyordu, anlayamamıştım; çünkü kuponuna tek tek yazdırdığı atların jokeyi Halis Karataş'tı. Daha on beş dakka önce, Karataş'ın ilk koşu da dâhil, üç koşu aldığını ve kalan dört ayakta da birincilik yapma şansının çok azalacağını söylemiştim!

Bana doldurttuğu kuponu eline verirken kendimi tutamayıp, onu homurdandırmak pahasına son bir kez daha işine burnumu sokmak istedim Kafti'nin:

- Müslüm ağabey, Karataş senin yazdığın atları da birinci getirirse, 7'de 7 yapmış olup, TJK tarihinde bir ilke ve kırılması zor bir rekora imza atmış olacak…

Kafti Müslüm çıkacağı kapıdan başını bana çevirip, "Olur mu, olur!" dedi, tabii ki homurdana homurdana.

Ümitsizliğin ve inançsızlığın dehlizlerinde boğulmuş benim gibi birinin "Nah olur!" demesinden başka daha doğal ne vardı ki? Kafti Müslüm'ün kapıdan çıkıp gittiğine pek aldırış etmeden arkasından "Nah olur!" deyip, elimdeki bira şişesini kafama diktim.

Kafti bana fena içerlemişti. Sokak kapısının ağzından odaya geri döndüğünde anladım. Ben alkollü oluşumun etkisiyle pişkinliğe vurup, "Abi, sen daha gitmedin mi? Yarışın başlamasına yedi dakika var." dedim. Emin olmak istercesine televizyonun yanındaki çalar saati eline alıp baktı. Tanıdığım günden bugüne kısa cümlelerle hayatını sürdürmeyi seçen Kafti'nin, çalar saati yerine bırakırken bana dönüp kurduğu ilk uzun cümlesine tanıklık ettim:

- Yedi tepeli bu şehre yedi yaşımda geldim. İlk suçumu işleyip cezam kesildiğinde yaşım on yediydi. Yedi kişilik koğuşta yedi sene mahpusluk hayatım oldu. O dört duvardan çıkacağımızın hayali ve umuduyla yaşadık hep; nihayetinde af çıktı, yedinci ayın yedisinde salıverildik. Kusura kalma ama mahpus damında bile senin kadar boş konuşanına rast gelmedim biraderim! Jokey değil mi bu adam! Yedi yarış da alır, on yedi yarış da alır! Hadi, bana müsaade…

Kafti'nin CV'si muhteşem, kafam şerbet gibiydi. Kapıyı ayağımla arkasından itelemeden önce, "Kusura kalacağım bi'şey yok, müsaade senin, güzel abim." deyip, yerime oturdum.

Başka bir işim yokmuş gibi (ki, yoktu) Kafti Müslüm'ün kurduğu cümle içindeki 7'leri hesap ettim. Kurduğu cümleye 7 sayısını tam yedi kez sığdırmıştı. Bir yandan, bilerek yapacak zekâsı olacağını sanmıyorum, tesadüftür deyip geçiştirdim, bir yandan da, Âdemoğlunun icadı 'yedi' sayısının gizemi üzerine düşünmeye koyuldum…

Anadolu yedi bölgeye ayrılmıştı… Tanrı, Dünya'yı yedi günde yaratmıştı… Bir hafta yedi gündü; gökkuşağı yedi renkti; müzikte yedi nota, Dünya'nın yedi harikası, yedi kıtası, niyeyse, Hürmüz'ün yedi kocası vardı… Yılın yedinci ayındaydık… İmambayıldı sokak no 7'deydim… Halis Karataş yedide yedi niye yapamayacaktı?

Koltukta uyuyakalmışım…

Çekyatta uyuyan Arap Celâl'le, Kafti Müslüm'ün gürültüsüne uyandık.

-Kalkın ülen miskinler, umut yoksunları, fakirler! Müslüm abi'niz size mamalar getirdi!

Arap Celâl'i bilmem, ama ben nicedir, ilk defa uykumdan böyle güzel uyandırılmış, ilk defa Kafti Müslüm'ü bu kadar neşeli görmüştüm. Elindeki lâhmacun torbasını benim kucağıma, yüzlük rakı şişesini Arap Celal'in kucağına fırlattı Müslüm. Cebindeki banknotları sehpanın üzerine yayarken, Arap Celal şaşkın şaşkın, Müslüm'ü soru yağmuruna tutmaktan kendini alamadı:

- N'oldu la? Zengin Arap mı düşürdün kucağına? Başımızı belâya sokma akşam akşam!

O gün, Halis Karataş yarış tarihinde bir ilke imza atmış, yedi koşunun yedisini de kazanmıştı; dolayısıyla, Kafti Müslüm'ün yaptığı dört tekli dörtlü ganyan kuponu tutmuştu. Hatırı sayılır bir meblağ kaldırmıştı yarıştan Kafti Müslüm. Getirdiği lâhmacunları soğutmadan midemize indirdik. Rakımızı içerken, sehpaya yaydığı banknotları adilane üçe pay etti.

O gece sadece umutsuzluklarımla ikinci bir emre kadar vedalaşmaya karar vermedim; inançsızlıklarımla hayata baktığım açıyı da değiştirme zamanımın geldiğini anladım. Artık gönül rahatlığıyla otele gidip, banyomu yapıp güzel bir uyku çekecektim…

Saat on ikiydi. Yüzlük rakı şişesinin de dibini görmüştük… Hepimizin keyfi yerinde, lâkin hoşaf gibiydik… Otele gitmek için ayağa kalktığımda, onluk beton çivisiyle duvarda asılı duran Saatli Maarif Takvim'iyle burun buruna geldim. Bir dünya gününü daha devirmiştik ama Saatli Maarif Takvimi iri puntolarla günlerden Cumartesi'yi gösteriyordu. Takvimden, eskiyen günün yaprağını söküp yırtıp attım. Yeni günün yaprağınıysa, İmambayıldı sokak no 7 sakinlerine okumaya başladım:

1391 hicri, cemaziyel'evvel 28
günün kısalması, 2 dakika
1887 rumi, temmuz 8
sıcakların artması
hatay'ın kurtuluş bayramı
ikinci meşrutiyet ilânı: 1908
günün sözü: "birlikte mutlu olmak için ayrı ayrı mutsuz olmak yeterli değildir. Rastlaşan iki umutsuzluktan bir umut çıkabilir, ama bu yalnızca umudun her şeyin üstesinden gelebileceğini kanıtlar." romain gary, fransız yazar, yönetmen, senarist, II. Dünya savaşı pilotu ve diplomat. (1914-1980)

Yorumlar

Değerli yazar, bir rastlantı eseri rast geldiğim yazınızın son zamanlarda okuduğum en keyifli öykü olduğunu söylemem lâzım, yoksa şişerim. En son Bukowski'den böyle bir tat almıştım. Sevgiler, tebrikler.

Selin Doğan - 24 Nisan 2020 (13:50)

diYorum

 

61
Derkenar'da     Google'da   ARA