Patronsuz Medya

Savaşıyorum, Savaşıyorsun, Savaşıyor!

Ahmet Büke - 28 Kasım 2004  


Şiddet, bugün bizi ateşten çemberiyle yakıp kavuran en ciddi belâlarımızdan birisi. Öyle ki, evde, sokakta, mahallede, yakın ve uzak coğrafyada ondan kaçış yok gibi görünüyor. İnsanlığın dününe bakınca da manzara farklı değil sanki. Son on bin yıl boyunca dünyanın kanla yıkanmamış tek karışı kalmamış desek yeridir.

Peki neden?

Buna en kestirme yanıt, "çünkü bireysel ve örgütlü şiddet ruhumuza kazılı meşum bir madalya gibi parlıyor, "olacaktır. Yani kaçınılmaz, yani genlerimize işlemiş.

Aslında daha çok silâh tüccarlarının seveceği bu sonucun bilimsel temeli hayli su götürür vaziyette. Bir kere şu günlerde gazete sayfalarında pek moda haberlerden olan "tanrıya inanç geni" ya da "ihanet geni" gibi henüz "şiddet" geninin bulunması söz konusu değil.

Evet ve de aynı zamanda maalesef, insan "iyi" savaşıyor. Ama bunu yetenek gibi algılarsak becerdiğimiz başka iyi naneler de var. Meselâ iyi resim çiziyoruz ya da okey oynuyoruz ama bunlar genlerimize kazılı değil.

Üstelik insanlık tarihine bakışımızı biraz derinleştirirsek faklı bir durum da göze çarpıyor. Savaş arkeolojisi, tarımın ve yerleşik yaşamın gelişmeye başladığı çağ olarak kabul edilen Neolitik dönemin öncesinde yok denecek kadar az. Yani savaş ve şiddet olaylarını betimleyen mağara resimlerine, çeşitli oymalara tarımsal devrimin başlangıcından önce rastlanmıyor.

İnsanı doğuştan iyi ya da kötü diye nitelendiremesek de fırsatçı olduğunu kabul edebiliriz. İşte tarım devriminden önce toplayıcı-avcı insan topluluklarının bizim anladığımız anlamda şiddet döngüsüne girmemelerinin nedeni olarak bu özelliğimiz gösteriliyor. Çünkü o dönemde, savaşmanın, birbirini öldürmenin, yakındaki diğer topluluğun ekmeğine kan doğramanın avantajı ve gereği yok.

Toplayıcı-avcı insan toplulukları yaklaşık yirmi beş kişilik gruplardan oluşuyor ve hareket halindeler. Yanlarında ancak taşıyacakları kadar yiyecek ve alet var. Avlanıyor, bitki topluyor, besinlerini günlük tüketiyorlar. Üstelik kadınlar hem toplama faaliyetleri hem de sürekli yer değiştirme zorunluluğu yüzünden daha seyrek doğuruyorlar. Kavga, dövüşe neden olacak fazla nüfus yok. Fazla nüfusa da ihtiyaç yok.

Ama deyim yerindeyse dananın kuyruğu tarım toplumuyla, yerleşik yaşama geçmemizle yani toprak mülkîyetinin doğmasıyla kopuyor.

Öncelikle yerleşik olmanın en büyük avantajı yiyecek stoklama kabiliyetinin artması. İşleyecek toprağınız varsa deli danalar gibi dağ bayır gezmeden günü kurtarabilirsiniz. Hatta yarın için de biriktirebilirsiniz. Fakat o zaman da şöyle sorunlarınız oluyor. Sizi zengin edecek hasata sahipseniz bunu çalışıp, çabalamadan sizden almak isteyecek komşularınız da olacak. Dedik ya, genlerimizin en temel özelliği fırsatçılık. Komşunun tavuğu mevzuu bir kere keşfedilince yağma ve ganimet birilerinin yaşam biçimi haline gelecek.

Peki diğerleri? Onlar da eldekileri korumak için çitlere, hendeklere, duvarlara ihtiyaç duyacaklar elbette. Çünkü ürünü kaybetmek demek topluluğun yok olması demek.

Üstelik yerleşik toplumda kadınlar daha çok ve sık doğuracakları için savaşmak ve ölmek için gereken asker kaynağı fazladan nüfus da ortaya çıkacak.

Ürününüzü arttırmanın diğer yolu da yeni alanlara ve işgücüne sahip olmak değil mi? O zaman gelsin fetihler gelsin yeni köle orduları.

Sonuç olarak böylesine temellenmiş dünyada şiddet mükemmel bir araç olacak ve zincirlerinden boşalacak.

Şimdi de hiç neden bulmazsak evimizin önündeki park yeri yüzünden kavga etmiyor muyuz?

Ezcümle malın varsa kavgan var.

Tarihi geriye çevirmemiz mümkün değil elbette. "Ne yapalım yani tarım toplumu olmasaydı da şimdiki uygarlığımız olmazdı, bundan vaz mı geçseydik?" diye andavallı bir soruya yanıt yetiştirmek de mümkün değil.

Bir kere tarım devrimi olmasaydı ne olurdu onu bilmiyoruz. Diğer yandan bugünkü "uygarlığımızı" da çok açıdan kıvırıp münasip yerimize sokabiliriz (bakınız, dün Hiroşima, bugün Irak).

Ama en azından elimizde şöyle verili bir durum var. Şiddet insanın biyolojik içgüdüsü değil ama kültürünün parçası.

Demek ki, yarın farklı, hır gür içermeyen, birbirini boğazlamayan yeni kültürümüzü yaratma şansımız mevcut.

Kesin değil ama hâlâ bir ihtimal daha var kuşkusuz.

* * *

Konu ile ilgili daha derin okumalar için:

Richard Leakey, Göl İnsanları, Roger Lewin, çev. Füsun Baytok, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, Yayın No 53

Roger Lewin, Modern İnsanın Kökeni, ev. Nazım Özüaydın, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, Yayın No 62

diYorum

 

Ahmet Büke neler yazdı?

52
Derkenar'da     Google'da   ARA