Patronsuz Medya

Bir meçhul yaratıcının kısa tarihi

Ahmet Büke - 21 Ocak 2004  


Aynaya iyice yaklaştı. Sağ kaşının sert kavisiyle döndüğü noktada ayağa kalkmış inatçı laneti yerine yapıştırmaya çalıştı. Nafile.

Bu kez serçe parmağını dilinde ıslatıp zorladı. Tekrar denedi. Hafifçe geriye çekilip baktı. Avuçlarını sinirle kastı, gevşetti. İşaret parmağıyla bastırdı aynı noktayı. Bir türlü yatıramıyordu. Bakmadan çekmeceye gitti eli. Lavabonun hemen altındaki kemik beyazı kapağın içini kurcaladı. Cımbızı yüzüne yaklaştırırken parmaklarına oturttu iyice. Sonunda ikisi için de işkence bitmişti. Metal ağızda, dibi nokta gibi parlayan tüyüne baktı. Üfledi.

Aynaya yeniden döndüğünde briyantinle geriye taradığı saçlarını süzdü. Yan gözle, izleyebildiği kadarıyla ensesine baktı. Sinek kaydı tıraşıyla parlayan yüzünü sıvazladı, çenesini ovdu. Az önceki ufak mücadelenin sıkıntısını unutmuştu bile. Üstelik galipti. Bu dünyada onun için çözümsüz bir mesele, mümkün müydü bu?

Beyaz gömleğinin düğmelerini takip etti aynada. En altta iliğine yarısına kadar gömülmüş olanı fark etti. İlikledi. Biraz daha geri çekilip gömleğinin eteklerinin arasından süzülen organını izledi. Morartısı geçmek üzereydi. Ucuna hücum etmiş kan geri çekilmiş, ait olduğu yerlere doğru uzaklaşmıştı. Gerginliği atmak için birebirdi şu mastürbasyon. Hele ki, son iki yıldır kendine ait bir banyoya sahipti, yani bu iş için ihtiyaç duyduğu tüm kutsiyet tamamdı.

Üstelik tuvalete girebilmesi için belden aşağısını tümden soyması gerekiyordu. Çocukluğunun ilk acılı kuralı buydu. Kapının önünde pantolon çıkarılacak, ütüsü bozulmadan bir sandalyenin üzerine konacak, ardından beyaz donu ağı içeriye gelmek suretiyle üçgen dürülüp bırakılacak. En son da çoraplar, iç içe geçmiş, dertop olmuş vaziyette onu bekleyeceklerdi. Aksi halde, annesinin etli eli, o eldeki tütün kokusu…

İşe ilk girdiği günlerde bu mesele yüzünden az sıkıntı çekmemişti. Serviste çalışan on erkekle paylaşmak zorunda kaldığı o dar tuvalete girme denemeleri her defasında başarısızlığa uğramıştı. Sonunda kapıcıya verdiği yüklü rüşvetle departman müdürüne ait arkadaki tuvaletin anahtarını ele geçirmiş ve mesai bitimi herkes kendi hayatına dağıldığında istediği gibi işini görme mutluluğuna erişmişti.

Ama bulduğu kestirme çözüm onu geçici olarak rahatlatmıştı. Çünkü Amerika'da doktorasını yapmış, dünyanın birkaç uzak ucundaki üniversitelerde ders vermiş anlı şanlı AR-GE Müdürü neredeyse her gece bol sarımsaklı yemekler yiyordu. Yüz kiloluk vücudun bıraktığı atığın o ekşimsi kokusu gece yarısına kadar gitmiyordu. Her yeri temizlik pırıltılarıyla parlayan, görevlilerin günde üç defa yıkayıp, sildikleri taşlar ne yazık ki onun hassas burnunun yakaladığı gibi iğrenç kokuyordu.

Sonunda hırslarıyla ihtiyaçları birbirini kamçıladı. Üretim performansını yükselten simülasyon projesini gece gündüz çalışarak tamamladığında tüm gözler şaşkınlıkla ona çevrilmişti. Stratejik Planlama ve Aksiyon Dairesi'nde yaptığı sunumu bitirirken müdürünün dudak tiki, yaşadığı endişeyle daha da hızlanmıştı. Osuruğuyla duvarları inleten devin konumu biraz sarsılmıştı. Çünkü şirketin derin devleti olan bu departmanın ''yürü" dediği personelin duracağı yer hiç belli olmazdı. Yaşlı adamın terli elinin ucuyla verdiği tebriki büyük bir sakinlikle kabul etti. Ama hazırladığı parlak dosya, kuru birkaç lâfla geçiştirilemeyecek gibiydi. Zaman, düzensiz gelgitlere terk edilemeyecek kadar kıymetliydi onun için.

Her şey ertesi hafta ters yüz oluverdi. Proje dışarıya sızmıştı. Yüz bilmem kaç saatlik çalışmanın sonuçları esrarlı şekilde rakip firmaların veri tabanına girmişti. Alarm halinde, aynı dairece gecenin bir vaktinde düzenlenen toplantıda her zamanki sakinliğiyle ayağa kalktı. Onları her an yutmak için büyük bir sabırsızlıkla tetikte bekleyen rakip firmanın cömertçe sunduğu iş teklif mektubunu yuvarlak maun masanın üzerine bıraktı.

"Bu sapkın bir düzmece. Tüm deliklerimizi gözden geçirmeliyiz…"

Teklif edilen meblağ o günkü aylığının neredeyse on katıydı.

"Hayır, beni buradan kimse söküp atamaz."

Önerisi üzerine bilgi sistem mühendisi ve ekibi derhal şirkete çağrıldı. Sabaha kadar, son on gündür yapılan tüm elektronik veri transfer işlemleri tarandı. Güneş doğarken o parlak ipucu önlerindeydi. Şirketin elektronik posta sistemi dışında bir program kullanılarak dosya aktarımı yapılmıştı. İzler sonunda belirsizliğini kaybetti ve koca bir işaret parmağı olup tek kişiyi gösterdi: yürüyen dev, AR-GE Müdürü.

Sonunda başka kapılara olan tutkusu işe yaramıştı. Cebindeki yabancı iki anahtarı çöpe attığında dünya onun için yeniden kuruluyordu. Canını acıtacak kadar pahalıya mal olan birinci anahtarla gecenin bir vakti müdürünün odasına girmiş, diğeriyle de ana sistem odasını açıp dosya transfer saatlerini değiştirmişti. Peki bilgisayarı açacak ve sisteme girecek şifreleri nasıl bulmuştu. İşte bu soruların yanıtı hep muamma olarak kaldı. Belki de kısa bir süre sonra işinden istifa eden Bilgi İşlem Müdürü için bu giz gayet açıktı. Ama hakkında çıkan eşcinsel olduğuna dair dedikodulardan ve şirket yönetimine gönderilen ayıpçı fotoğraflarından sonra masasını bile toplamadan ayrılmıştı.

Sonraları rüzgârlar hep istediği gibi esti. Artık kendine ait ve derhal kilidini değiştirdiği bir tuvaleti vardı. Gerçi sahip olur olmaz aslında istediği kadar geniş ve ferah olmadığını hissetmişti. Hele uzun geceler boyu süren işleri arasında çıktığı yukarı katların altın rengi muslukları ve turna işlemeli yeşil fayanslarıyla gözlerini kamaştıran tuvaletlerini keşfedince iyice daralmıştı. Ama aptal değildi. Burası sadece entrikalarla yükselebileceği bir yer olamazdı. Üstelik ilk başlarda çevirdiği dalaverelerin aslında Stratejik Planlama ve Aksiyon Dairesince bilindiğini ima eden küçük jestleri de derhal anlamıştı. Oynadığı oyun beğenilmişti. Ama ip üzerinde kalması için yetmezdi.

Zaman yitirmeden yeni projesine kapandı. Onun işi verimlilikti. Maliyetleri dramatik şekilde düşürmenin en garantili yolunu illa ki verimlilik artışında görüyordu. Tik tak işleyen bir mekanizma. Ama asla tamamen otomasyon değil. Bir kere kimse robotlarla dolu işyerine sahip olmak istemez. En zekilerinin bile canını yakamazsınız ki.

"İnsan hem korkar hem de verimli çalışabilir. Yeter ki prosedürleri oluşturun ve kaygı gazozunun kapağını açın…"

Sunuşunun bitiş cümleleri böyleydi. Ay başında önüne konan maaş çekini görünce hedefi vurduğunu anladı.

İlk olarak eski prosedürleri çöpe attı. Firmada yapılan tüm işleri bizzat yerinde inceledi, hepsinin ayrıntılarını öğrendi. Yeni iş akış şemaları çizdi. Her bir faaliyetin alt aşamalarını ve tamamlanma sürelerini belirledi. Ardından personelin hem çalışma hem de kişisel bilgilerini içeren bir veri tabanı oluşturdu. "Kim hangi işi ne kadar sürede yapmalı?" ve "Kim hangi işi, ne kadar sürede yapıyor" soruları artık ekrandan yeşil eşleşmeler halinde akıyordu. Binanın her köşesinde çalışan küçük kameralar ve optik retina okuyucularıyla kontrol halindeki işgücü rakamlara, formüllere ve anlık performans ölçümlerine tabi tutulabiliyordu.

Görevlerini biraz sallayan personelin önüne kimi zaman "iş çizelgenizin on dakika gerisindesiniz, bugün içeceğiniz sigara sayısını bir adet azaltarak bunu telafi ediniz" ya da ''günlük idrar boşaltma işleminiz olması gerekenden şu kadar fazla süre tutmuştur, yarından itibaren çay tüketiminiz dört bardakla sınırlandırılmıştır" gibisinden mesajlar gelmeye başlamıştı.

Elbette durmadı. Bu kez çalışanların özel hayatları da en ince detayına kadar izlemeye başladı. Akşamları sevgilileriyle gereğinden çok güreşenler ertesi gün sakinleştirici katılmış içeceklerini fark etmeden yudumladırlar. Eşiyle yıllardır didişen birkaç personelin boşanma masrafları karşılandı. Çocuk pornosu müptelası bir birim sorumlusu ise o yıl boyunca ücretsiz mesai yapmak zorunda kaldı.

Harika bir sistem kurmuştu. Ama asıl başarısını yani Stratejik Planlama ve Aksiyon Dairesinin tuvaletine donsuz girme hakkını yepyeni bir fikirle kazandı.

"… Evet yanlış duymadınız tamamen değişiyoruz. Şu anda sürdürdüğümüz faaliyetler görüntü olarak kalacak ama asıl işimiz…"

Asıl işleri, verimlilik arttırıcı programlar üretmek olacaktı. Daha çok kazanmak isteyenlere, garantili ve üstelik testleri yapılmış yol haritaları satacaklardı.

Teklifi iki ay boyunca sessizlikle karşılandı. Yönetim içine kapanmış, mırıltılarla düşünüyordu. Ve büyük gün gelmişti. Kabul edeceklerini tahmin etmiyor, aslında biliyordu. Nihayetinde en girilmez odalar bile dinlenebilirdi.

İyice geriye çekildi. Aynaya, ışık yağmuru altında parlayan tamamına baktı. Kusursuzdu.

Tam o anda beyaz mermerin üzerinde duran titreşimli telefonu çırpınmaya başladı.

"Efendim, Yönetim Kurulu tam üç dakika sonra sizi bekliyor…"

Tam üç dakika. Sekreterinin içinde çınlayan sesini anımsadı. Önüne, solgun organına baktı. Zorlasa olurdu ama vazgeçti. İşemek için klozetin kapağını kaldırdı. Yumuşak ve ısıtmalı oturma yerini tuvalet kağıdıyla çepeçevre üç kez çevirdi. Sadece kendisi kullanıyordu burasını. Ama o yine de her zaman bunu yapardı. Hem insan kendi kıçına bile güvenemezdi ki.

İşini bitirmek üzereyken, telefonun metalik sesini yine duydu. Aceleyle kalktı, hızla donunu ardından pantolonunu giydi, gömleğini içine yerleştirdi. Çoraplarını geçirdi. Son kez saçlarını düzeltip dışarıya çıktı.

Sekreterinin önünde duran dosyayı sertçe kapıp, güvenli ama kısa adımlarla toplantı odasına doğru hızlandı.

Arkasından bakan kadın bir an ayağa fırlamak ve onu durdurmak istedi. Ama aynı anda vazgeçti.

Büyük yaratıcı, strateji uzmanı, aksiyon planlayıcısı yönetim kurulunun huzuruna pantolonunun arkasından neredeyse iki metre kadar sarkan ve yerdeki ince tozları süpüren tuvalet kağıdıyla giriverdi.

Kapı kapandığında sekreter hemen üstündeki nokta kadar kameraya belli belirsiz gülümsedi. Masasının altına doğru eğilip, pedikürlü parmaklarıyla güzel bir "nah" çekti.

diYorum

 

Ahmet Büke neler yazdı?

57
Derkenar'da     Google'da   ARA